TÜRK SİYASİ TARİHİ - FAHİR ARMAOĞLU PDF

Title TÜRK SİYASİ TARİHİ - FAHİR ARMAOĞLU
Author Adem Kocal
Pages 25
File Size 689.4 KB
File Type PDF
Total Downloads 416
Total Views 821

Summary

TÜRK SİYASİ TARİHİ — Prof. Dr. FAHİR AR M AOĞ LU KRONİK KİTAP: 27 KRONİK KİTAP Türkiye Tarihi Dizisi: 4 Balçık Sk. No6, Gümüşsuyu İstanbul - 34327 - Türkiye YAYIN YÖNETMENİ Telefon: (0212) 243 13 23 Adem Koçal Faks: (0212) 243 13 28 [email protected] EDİTÖR Can Uyar Kültür Bakanlığı Yayıncılık...


Description

Accelerat ing t he world's research.

TÜRK SİYASİ TARİHİ - FAHİR ARMAOĞLU Adem Kocal Kronik Kitap, 2018

Related papers

Download a PDF Pack of t he best relat ed papers 

Cret e, Ot t oman Cret e, T he Gaining Independence of t he Cret e Island from t he Turkish Sovere… Emin Ünsal

II. Abdülhamit ve 1908-1914 dönemi Osmanlı-Rus İlişkileri / Milli Hareket lerin Osmanlı’da Yarat t ığı Eroz… Emre Mayadağlı Osmanlı Devlet i ile Olan İlişkileri Bağlamında Sırp Milliyet çiliğinin Tarihsel Gelişimi Dr.Öğr.Üyesi A.Kut almış YALÇIN

TÜRK SİYASİ TARİHİ — Prof. Dr. FAHİR AR M AOĞ LU

KRONİK KİTAP: 27 Türkiye Tarihi Dizisi: 4 YAYIN YÖNETMENİ Adem Koçal EDİTÖR Can Uyar KAPAK TASARIMI CUMBA.CO MİZANPAJ Kronik Kitap 1. Baskı Eylül 2017, İstanbul ISBN 978-975-2430-18-1

KRONİK KİTAP Balçık Sk. No6, Gümüşsuyu İstanbul - 34327 - Türkiye Telefon: (0212) 243 13 23 Faks: (0212) 243 13 28 [email protected] Kültür Bakanlığı Yayıncılık Sertifika No: 34569

www.kronikkitap.com kronikkitap BASKI VE CİLT Pasifik Ofset Ltd. Şti. Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1 A Blok Kat: 2 Haramidere/İstanbul Telefon: (0212) 412 17 77 Matbaa Sertifika No: 12027 YAYIN HAKL ARI Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında yayınevinden izin alınmadan çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

Prof. Dr. FAHİR ARMAOĞLU (1924-1998) 22 Eylül 1924’te Gelibolu’da doğdu. İlk ve orta öğretimini Balıkesir’de yaptıktan sonra, 1943’te o zamanki adıyla Siyasal Bilgiler Okulu’na girdi ve 1947’de bu okulun Siyasi Şubesi’nden (Diplomasi Şubesi) mezun oldu. Bir süre Milli Eğitim Bakanlığı Kültürel Dış Münasebetler Şubesi’nde çalışan Armaoğlu 1948 Haziran’ında S.B.O. Siyasi Tarih Kürsüsü’ne asistan olarak girdi. 1949’da Ankara Hukuk Fakültesi’nde fark sınavları vererek bu fakülteden hukuk diploması aldı ve sonra da hukuk lisansiyesi olarak doktora çalışmalarına başladı. 1953’te “Seçim Sistemleri” adlı doktora tezi ile bu fakülteden Hukuk Doktoru unvanını aldı. Prof. Armaoğlu, 1956’da Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyasi Tarih Doçenti ve 1963’te de Siyasî Tarih Profesörü oldu. 1953-1954’de ABD’nin Minnesota Üniversitesi’nde Amme İdaresi (Kamu Yönetimi) öğrenimi gördü ve 1959-1960’da Harvard Üniversitesi’nin Russian Research Center’ında ve 1960-1961’de de Stanford Üniversitesi’nin Hoover Institution on War, Peace and Revolutions’ında Sovyet Rusya üzerine inceleme ve araştırmalar yaptı. Prof. Armaoğlu 1965-66’da Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanlığı, 1968-69’da Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Genel Müdürlüğü, 1968-71’de Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyeliği, 1971-73’te ODTÜ Mütevelli Heyeti Başkanlığı ve 1966-75’te Türkiye İş Bankası İdare Meclisi Üyeliği yaptı. 1976 Ekim’inde Ankara Üniversitesi’nden ayrılan Prof. Armaoğlu, Türk Tarih Kurumu üyeliği ve Atatürk Yüksek Kurumu üyeliği görevlerinde bulundu. Prof. Armaoğlu İngilizce ve Fransızcanın yanında Rusça da biliyordu. 10 Haziran 1998’de vefat etti. Prof. Armaoğlu’nun pek çok bilimsel makalesi ile günlük gazete yazılarının yanında, yayımlanmış eserleri şunlardır: 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi, 1789-1914 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, 1914-1995 Siyasî Tarih, 1789-1960 Seçim Sistemleri Amerikan-Japon Münasebetlerinin On Yılı, 1931-1941 Kıbrıs Meselesi, 1954-1959 Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988) Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri

TÜRK SİYASİ TARİHİ

İÇİNDEKİLER

7

ÖNSÖZ I

İMPARATORLUK MİRASI 1

II

III

IV

ÇOK ULUSLU OSMANLI İMPARATORLUĞU

13

MİLLİ MÜCADELE YILLARI 2

MİSAK-I MİLLÎ’NİN TARİHÎ PERSPEKTİF İÇİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ

37

3

İNGİLİZ BELGELERİNDE İSTANBUL’UN İŞGALİ (16 MART 1920)

47

4

LOZAN KONFERANSI VE MUSUL SORUNU

79

5

BELGELER IŞIĞINDA ONİKİ ADA MESELESİ

125

LAİKLİK 6

ATATÜRK VE LAİKLİK

157

7

HİLAFET’İN DIŞ CEPHESİ

169

8

TÜRKİYE’DEKİ AMERİKAN OKULLARI KRİZİ 1927-1928: (BİR LAİKLİK-MİLLİYETÇİLİK OLAYI)

181

KIBRIS MESELESİ STRATEJİK AÇIDAN KIBRIS MESELESİ

209

10

9

1955 YILINDA KIBRIS MESELESİNDE TÜRK HÜKÜMETİ VE TÜRK KAMUOYU

223

11

1956 YILINDA KIBRIS MESELESİNDE TÜRK HÜKÜMETİNİN DAVRANIŞI

259

12

KIBRIS MESELESİNİN TÜRK-YUNAN MÜNASEBETLERİNDE YARATTIĞI KRİZLER

279

13

RAUF DENKTAŞ: “ABD’NİN BASKISIYLA DOST ÜLKELER BİZİ TANIMADI”

307 317

DİZİN

5

TÜRK SİYASİ TARİHİ

ÖNSÖZ

Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin yetiştirdiği, uluslararası akademik dünyada saygınlık kazanmış, çok değerli bir siyaset bilimci olan Prof. Fahir Armaoğlu’nun bilgi ve tecrübelerine dayanan bir kitap... Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından, Kurtuluş Savaşı’na, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarının çizilmesinden, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılışına, Hilafetten Atatürk devrimlerine ve laikliğe, Lozan Konferansı’ndan Musul ve Kıbrıs sorunlarına kadar tarihi gerçeklere dayanan ve geleceğe ışık tutan objektif ve tarafsız bir çalışmanın eseri... Başka bir deyişle, Osmanlıların 600 yıl boyunca dünyanın en kozmopolit imparatorluğunu bir arada tutan çimentoyla, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin sağlam temellerine kadar, Türklerin 700 yıllık siyasi tarihi… Prof. Armaoğlu, bir başka değerli eseri olan “Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları, 1948-1988” isimli kitabının önsözünde çalışmalarındaki iki temel ilkeden söz eder. Prof. Armaoğlu ilkelerden ilkini şöyle açıklar: “Bilimsel çalışmalarda hislerin hâkim olduğu konuları, bilimin tarafsız mantığının süzgecinden geçirmek gerekir. Ancak bu oldukça zordur. Hisleri mantıkla aştığınızda ise, her iki taraftan da yakınmalar ve eleştiriler başlar.” Prof. Armaoğlu, kitabının önsözünde önemli bir noktayı daha vurgular. Çalışmalarında Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerini, kendisine temel ilke edindiğini yazar Fahir Hoca ve Büyük Atatürk’ün 7

PROF. DR. FAHİR ARMAOĞLU

söylediği gibi; “Tarih yazmak, yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtan bir mahiyet alır.” der. Prof. Armaoğlu kendi deyimiyle “Her zaman meselelerin karmaşıklığına ve güçlüklerine meydan okudu. Bu karmaşıklık ve güçlüklerden zaman zaman tereddütleri olmuş olsa bile korkmadı. Konu duygusallığında ise, gerçekleri objektif, tarafsız bir araştırmacı olarak görmeye çalıştı. Gerçeklere sadakatten sapmamayı çalışmalarında temel ilke edindi.” Yıllar içindeki akademik çalışmalarından derlenen “Türk Siyasi Tarihi” kitabında da Fahir Hoca’nın Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne tarihimizdeki değişmeyen gerçekleri, bilimsel açıdan, objektif ve tarafsız bir bilim adamı olarak araştırdığı ve yorumladığı görülmektedir. Siyasal Bilgiler Fakültesinin efsanevi hocası Prof. Armaoğlu’nun Fakültede öğrencisi olamadım. Ancak ben daha da şanslıydım. BM’nin Dag Hammarjold bursuyla New York’ta Birleşmiş Milletlerde, ABD’de ve Kanada’da gazetecilik yapıp Türkiye’ye döndükten sonra genç bir gazeteci olarak adeta asistanı gibi birlikte çalışma şansım oldu. 1980’li yılların başında 650.000 tirajıyla Türkiye’nin güçlü ve etkin gazetesi olan Tercüman gazetesinde, uluslararası siyaseti ve Türk dış politikasını gazeteci olarak izlemeye ve yazmaya başladığım zaman Fahir Hoca da aynı gazetenin yazarı ve Türk basınının güçlü bir kalemiydi. Gazetecilik maratonumun ilk yıllarında, Fahir Hoca gibi, hem Siyasal Bilgisel Fakültesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi hem de ABD’nin Harvard ve Stanford Üniversitelerinde ve uluslararası alanda büyük saygınlık kazanmış bir siyaset bilimciyle çalışmaktan daha büyük bir şans olamazdı. 5 yıl boyunca her gün birlikte Türkiye ve dünyayı tartıştık ve yorumladık. Fahir Hoca, bilgi birikimini ve tecrübesini benden hiç esirgemedi. 8

TÜRK SİYASİ TARİHİ

Türkiye’yi ve uluslararası ilişkileri anlamak için Dünya’ya daha fazla açılma arzumu ve heyecanımı her zaman teşvik etti. Değerli Hocamın önümde açtığı ufuk, bana gazetecilik, televizyonculuk ve yazarlık hayatım boyunca hep ışık tuttu. Gerek Türkiye gerekse dünya siyasetini yorumlarken pusulam hep olayları ve tarihi yapanları, Fahir Hoca gibi, bilimin objektif ve tarafsızlık mantığının süzgecinden geçirmek oldu. Prof. Armaoğlu, derin bilgisi ve tecrübesine rağmen son derece de alçakgönüllüydü. Ama her bilge gibi de bedeli ne olursa olsun, hayatta onurlu ve saygın duruşun önem ve değerine inanırdı. Prof. Armaoğlu’nun sadece gazetecilik hayatıma değil, tüm hayat anlayışımın oluşmasına kattığı değeri ve önemi asla unutmayacağım. Sevgili oğlu Kutluk Armaoğlu’nun, babası gibi titiz, disiplinli ve özenli çalışmasıyla Fahir Hoca’nın birikimini muhataplarına ulaştırma gayretlerini takdirle karşılıyorum. Kronik Kitap’ın yayımladığı “Türk Siyasi Tarihi” kitabının genç kuşaklara ışık tutacağı ve ufuklarını açacağına yürekten inanıyorum. Nur BATUR 28 Ağustos 2017 İstanbul

9

I İMPARATORLUK MİRASI

TÜRK SİYASİ TARİHİ

1 ÇOK ULUSLU OSMANLI İMPARATORLUĞU *

Tarihçi Gibbons şöyle der: I. Murad’dan Fatih Sultan Mehmed’e kadar geçen bir yüzyıl içinde Osmanlılar, Yunan ve Roma’dan beri dünyanın tanıdığı en kozmopolit ırk oldular; Türk, Rum, Sırp, Bulgar, Arnavut, Ermeni, Eflâklı, Macar, Alman, İtalyan, Rus, Tatar, Moğol, Çerkez, Gürcü, Acem, Suriyeli ve Arap. Osmanlı toplumunun bu çeşitliliğine günümüzde tek örnek Amerika ve Kanada’dır.1 Burada bir soru ortaya çıkıyor: Bu kadar çeşitli insanları, farklı toplumları ve çeşitli mezhepler ile farklı dinleri, sınırları içinde barındıran bir imparatorluk, nasıl oluyor da 600 yıllık bir ömre sahip olabiliyor? 600 yıl boyunca, bütün bu insanları bir arada tutan çimento nedir? Başka bir deyişle, Osmanlı İmparatorluğu, 600 yıl boyunca, bu kadar karışık ve farklı insanlara, hangi vasıtalarla ve nasıl bir yönetim sistemi ile egemen olabilmiştir? Bugünkü konuşmamızda, bu soruların cevaplarını vermeye çalışacağız.

Osmanlı’nın “Devlet” Geleneği Osmanlılar, 1359’da Gelibolu’da Avrupa’ya ayak bastıklarında ne bir aşirettir ve ne de bir çapulcu topluluğudur. Osmanlılar, Anadolu Selçuklu Devleti’nin bir uç beyliği olarak varlıklarını sürdürürken * 1

U.R. 2420. Bölge’nin, Antalya-Kemer Palmiye Tatil Köyü’nde 3-6 Haziran 1992 günlerinde yapılan Bölge Konferansı’nda yapılan konuşma metnidir. Robert A. Gibbons, The Foundation of Ottoman Empire, A History of the Osmanlis up to the Death of Bayezid I (1300–1403), Oxford: Clarendon Press, 1916, s. 117.

13

PROF. DR. FAHİR ARMAOĞLU

hem askerî ve hem de siyasî bir örgütlenmeye sahip oldukları kadar, Anadolu Selçuklu Devleti’nin bütün devlet geleneklerine sahip bulunmaktaydılar. Başka bir deyişle, Osmanlılarda bir devlet kavramı vardır. Her ne kadar bu kavram, Osmanlı’nın esas itibariyle askerî gücüne ve askerî örgütlenmesine dayanmakta idiyse de siyasî ve idarî örgütlenme olmaksızın bir askerî gücün yaratılamayacağı da açıktır. Osmanlı Türklerinin Anadolu Selçuklu Devleti’nden edindikleri bir diğer tecrübe ve yönetim geleneği de Müslüman olmayan kitlelere karşı hoşgörü ile davranılması idi. Anadolu Selçukluları diğer dinlere daima hoşgörü ile bakmıştır. Kaldı ki, Osmanlıların, bir uç beyliği olarak Bizans ile komşu olarak yaşadıkları da unutulmamalıdır. Ayrıca, Osmanlıların yaşadıkları topraklarda da Müslüman olmayan topluluklar bulunmaktaydı ve bunlarla yıllarca beraber yaşamışlardır. Hıristiyan ve Müslüman unsurlar, karşılıklı iki muhasım sıfatıyla Türk-Bizans hudutları üzerinde yaşadıkları halde bile, aralarında asla derin bir husumet mevcut olmamıştır. Bizans tarihçileri, daha 12. yüzyılın ortasından evvel, o zaman bir sınır bölgesi olan Beyşehir Gölü üstündeki adacıklarda oturan Rumların, Türklerle sıkı münasebetleri sebebiyle, Türk âdet ve itiyadlarını kabul ettiklerini, hatta onlarla dostane münasebetlere girişerek, Bizans İmparatoru’nun emirlerine ehemmiyet vermediklerini kaydediyorlar.2 Dolayısıyla, Osmanlılar Balkanlar’a ayak basarken, bu beraber yaşamanın (co-existence) müessese ve kurallarını da beraberlerinde getirmişlerdir. Bazı yabancı tarihçiler, Osmanlı’nın Balkanlar’daki hoşgörü politikasını överken, bu politikanın kaynağı olarak, Balkanlar’ın çok farklı bir kültüre sahip olması karşısında, Osmanlı’nın akıllıca uyguladığı pragmatizmi gösterirler.3 Şüphesiz bunda bir gerçek payı olduğu inkâr edilemez. Fakat bu politikayı sadece basit bir pragmatizm ile açıklamak da çok eksik kalan bir izah tarzı olur. 2 3

Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını, 1959, s. 79. Robert Mantran (Ed.), Histoire de l’Empire Ottoman, Paris: Fayard, 1989, s, 117.

14

TÜRK SİYASİ TARİHİ

Osmanlı’nın Anadolu’daki çok ulusluluk tecrübesini ve bundan doğan yaşama felsefesini de hesaba katmak gerekir. Diğer taraftan, Osmanlı’nın Balkanlar’a getirdiği devlet kavramının başlıca unsurları şunlar olmuştur: Disiplin ve buna bağlı olarak asayiş, can ve mal güvenliği, başta vergi adaleti olmak üzere adalet kavramının yerleştirilmesi. Hemen belirtelim ki, asayiş ile can ve mal güvenliğinin sağlanmasında askerî güç tek faktör olmamıştır. Zaten olması da imkânsızdı. Çünkü, Osmanlılar Balkanlar’a girerken, öyle yüz binlik ordulara sahip bulunmuyordu. Osmanlı’nın her köye bir manga asker yerleştirecek kadar büyük bir askerî kuvveti yoktu. Bu sebeple, adalete dayanan sağlam bir yönetim sistemi, biraz aşağıda açıklayacağımız diğer faktörlerle beraber, Balkanlar’daki Türk egemenliğinin en bâriz karakteri olmuştur. Fetihlerle beraber, Anadolu’dan aileleri ile birlikte getirilen sivil devlet memurları, bu topraklarda devlet düzeninin kurulmasının temel taşları olmuştur. Kısacası, Osmanlı, her girdiği yerde devleti kurmaya özellikle önem vermiştir. Balkanlar’ın 14. yüzyıldaki karmakarışık düzeni, daha doğrusu düzensizliği göz önüne alınınca, devleti kurmanın ne derece mühim bir hâdise olduğu kolaylıkla anlaşılır.

Balkanlar’ın Durumu ve Osmanlı’nın Getirdiği Osmanlılar Balkanlar’a ayak bastıklarında, bu topraklarda durum tamamen çürümüş olarak nitelendirilebilir. Bu durumun iki temel unsuru vardır: Biri feodalite, diğeri de din kavgaları. Feodalitenin karakteristiği ise, keyfî yönetim, adaletsizlik, vergi adaletsizliğinin halkı ezmesi, hırsızlık, rüşvet, bugünkü deyimi ile köşeyi dönmedir. Bizans tarihçileri dahi bu durumu uzun uzun anlatmaktadırlar. Bu şartlar içinde Osmanlı’nın disiplin ve adaleti, bu toprakların halkları için bir kurtarıcı olmuştur. Osmanlı yönetiminin Balkanlar’da, özellikle halk tarafından çabucak benimsenmesinde bu durum mühim rol oynamıştır. 15

PROF. DR. FAHİR ARMAOĞLU

Bundan daha mühimi ise, yine bu sırada, Doğu Avrupa ve Balkanlar’da din ve mezhep mücadelelerinin gayet şiddetli bir hal almış olması ve halkın bundan bizar bir halde kalmasıdır. Osmanlılar Balkanlar’a geldiklerinde, Balkanlılar bu din ve mezhep kavgaları dolayısıyla birbirlerine girmiş bulunmaktaydılar. Macar Kralı Layoş (Ludwig) ile Papa V. Urban, Balkanlar’ın Ortodoks halkını Katolik yapmak için büyük bir mücadele içine girmişlerdi. Balkanlar’ın, esas itibariyle Ortodoks olan halkı, katolikleştirme çabalarının tam baskısı altında bulunuyordu. Bunun yanında, Ortodokslar da yine bu dinin farklı bir mezhebi olan Bogomillere karşı mücadele açmış bulunmaktaydılar.4 Buna karşılık, Osmanlı’nın, Anadolu’dan kaynaklanan dinsel hoşgörüsü, Balkanlar’ın Ortodoks halkı için bir kurtarıcı gibi olmuştur. Katolik Kilisesi’nin amansız baskısıyla, Müslüman Türkün, din ve ibadet serbestisine dayanan dinsel hoşgörüsü tam bir çelişki teşkil etmiş ve bu çelişki, bu topraklar halklarını, Osmanlı’nın egemenliğine iltica etmeye sevk etmiştir. Gibbons bu konuda şunları yazmaktadır: Avrupa milletleri, Ortodoks Kilisesi mensuplarına “düşmandan daha kötü” olarak bakarken, şurası bir gerçektir ki, 1350 ile 1500 arasında, Balkan halklarının Latin Kilisesi’ne duydukları nefret de Osmanlı’nın potansiyel müttefiki oldu. Şurası unutulmamalıdır ki, Balkanlar’daki her halk, komşularından ziyade Osmanlı’nın egemenliğini tercih etmiştir. Mesela, bunlara göre, Osmanlı’nın hâkimiyeti, Macarların veya İtalyanların egemenliğinden çok daha şayanı tercihti.5 Yine Gibbons’a göre, Osmanlıların hoşgörüsü ister siyaset ister halis insaniyet, isterse lâkaydi neticesi meydana gelmiş olsun, şu 4

5

Bogomil mezhebinin, bu adı taşıyan bir rahip tarafından 10. yüzyılda ortaya atıldığı ve 3. yüzyılda Ermenistan’da ortaya çıkan Paulician mezhebinden esinlendiği ileri sürülmektedir. Bogomiller, aşırı milliyetçi ve siyasî bir mezhep olup, Bizans kültürünü, Slav serfliğini ve hükümdar otoritesini reddederler. Esas itibariyle Bulgaristan ve Bosna’da yayılmıştı. Fakat bir yandan Roma’nın öte yandan Bizans’ın baskısı karşısında, Bogomillerin çoğu, Osmanlı’nın Balkanlar’a gelmesinden sonra Müslümanlığı benimsemişler ve bu mezhep 15. yüzyılda sona ermiştir. Gibbons, s. 133.

16

TÜRK SİYASİ TARİHİ

gerçeği itiraz edilemez ki, Osmanlılar yeni çağda milliyetlerini tesis ederken, dinî hürriyet ilkesini temel taşı olarak vazetmiş ilk millettir.6 Burada lâkaydiyi sebep olarak göstermenin yanlış olduğunu belirtelim. Osmanlı’nın ister gelenek gereği ister insancıllık gereği, isterse politika gereği, dinsel hoşgörüye geniş bir uygulama getirmesi, şuurlu, bilinçli, bir mantığa dayanan bir harekettir. Bu arada şunu da belirtelim ki, Katolikliğin sert ve dar kalıplığına ve dolayısıyla dinsel bağnazlığına karşı mücadele açan Martin Luther’den (1483–1546) en az 100 yıl önce, Müslüman Osmanlı Türkleri, Avrupa kıtasında, Katolikliğin hoşgörüsüzlüğüne karşı çıkmışlar ve bir bakıma Ortodoks halkların koruyucusu olmuşlardır. Osmanlı, 600 yıllık ömrü boyunca, İslâm’ın Halifesi yani Müslümanların dünyevî lideri olmasına rağmen, bu dinsel hoşgörüsünden vazgeçmemiştir. Böyle bir durumun örneğini, tarih boyunca, başka bir yerde ve ülkede görmek herhalde mümkün olmamıştır. Yine yabancı tarihçilere göre, Balkanlar’daki Osmanlı yönetiminin bir başka veçhesi de vardır: Osmanlı egemenliği, Anadolu’da olduğu kadar Balkanlar’da da hüküm süren anarşiye, siyasî istikrarı ve dolayısıyla ekonomik faaliyeti sağlayarak son vermiştir. Sosyal açıdan Osmanlılar, fethettikleri topraklarda, geniş bir köylü kitlesi için, kendileri ile beraber, servajın da ortadan kaldırılmasını getirmişlerdir.7 Bütün bu söylediklerimizi, değerli tarihçimiz, merhum İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın şu ifadesiyle özetlemek isteriz: “Osmanlılar nasıl Anadolu’da Hıristiyan varlıklarını ve idare tarzlarını bozmayarak, onları kendi nüfuzları altına aldılarsa, bu müsaadeyi Rumeli’de de daha geniş surette ve onların eski varlıklarını muhafaza etmek üzere tatbik etmişlerdir ki, bunu Osmanlı tahrir defterlerinde birçok misalleriyle görmekteyiz. Zaten, baştanbaşa Hıristiyanların meskûn olduğu Balkan Yarımadası’nda bu tarzdaki hareketin Osmanlı istilâsını kolaylaştırarak, az zamanda o kıtayı istilânın sebebi, bu âdilâne ve idarî siyasetteki inceliktir. Buna sebep, bir taraftan Bizans İmparatorluğu’nun bozulmuş olan idare tarzı, vergilerin 6 7

İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt 1, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını, 1982 (4. Baskı), s. 185 ve Gibbons, s. 81. Mantran, s. 137.

17

PROF. DR. FAHİR ARMAOĞLU

keyfî olması, Rum beylerinin ve hatta imparatorların, kendi küplerini doldurmak isteyerek halkı soymaları, asayişsizlik ve bir de bunlara inzimam eden iktisadî buhran gibi amellerdi. Buna mukabil, Türklerin disiplinli hareketleri ve işgal edilen yerlerin halkına karşı adaletli, şefkatli ve tamamen taassuptan âri bir siyaset takip etmeleri, vergilerin tebaanın ödeme kabiliyetine göre tertip edilmiş olması ve bilhassa mutaassıp Ortodoks Balkan halkını, Katolik mezhebine girmek için ölümle tehdit edenlere karşı, Türklerin buralardaki unsurların din...


Similar Free PDFs