ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİ (özet) PDF

Title ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİ (özet)
Author Yasin YAYLAR
Pages 22
File Size 233.3 KB
File Type PDF
Total Downloads 310
Total Views 978

Summary

ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİ Editör: Ramazan GÖZEN Özet: Yasin YAYLAR Giriş Teori tanım itibariyle herhangi bir olayı veya görüngüyü açıklamak için kullanılan düşünce sistemidir. Uluslararası İlişkiler disiplininde teoriden kasıt, uluslararası ilişkileri sistematik bir çerçevede ele almayı sağla...


Description

ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİ Editör: Ramazan GÖZEN Özet: Yasin YAYLAR Giriş Teori tanım itibariyle herhangi bir olayı veya görüngüyü açıklamak için kullanılan düşünce sistemidir. Uluslararası İlişkiler disiplininde teoriden kasıt, uluslararası ilişkileri sistematik bir çerçevede ele almayı sağlayan düşünce sistemleridir. Uluslararası İlişkiler disiplini rüştünü ispat etmek için özgün teoriler geliştirmiştir. Dünya çapında uluslararası ilişkiler bölümleri incelendiğinde diğer kaynaklarda olduğu gibi, teoriler konusunda da ABD ve İngiltere’nin ağırlığı dikkat çekmektedir. Diğer ülkeler ise bu kaynakları temel alarak kaynak geliştirmişlerdir. Bu durum ortak bir dilin gelişmesi açısından avantaj olsa da yeni düşüncelerin ortaya çıkmasını engellemiştir. Uluslararası ilişkilerde teori ile pratik arasındaki ilişki, müteahhit ve mühendis arasındaki ilişkiye benzetilebilir. Müteahhit işin pratiğini bilse de teknik konularda mühendise ihtiyaç duyar. Aynen bunun gibi, teori öğrenilmeden de uluslararası ilişkiler uzmanı olunmaz. Aydın ve Yazgan’ın çalışmasına göre Türkiye’de yapılan çalışmaların % 43 realizm, % 28’i liberalizm, %22 inşacılık temellidir. Bu durum akademisyenlerin, geri kalan teoriler hakkında yeterli bir donanıma sahip olmadığını göstermektedir. Bunun başlıca nedenleri:       

Mülkiye kaynaklı, pratiğe yönelik eğitim sistemi Diğer bölümlerin de Mülkiyeyi temel alması Ampirik çalışmaların daha kolay ve getirisi olması Türkiye’de soyut düşüncenin zayıf olması Kaynakları İngilizcesinden okuyamama Tarihçi, güvenlikçi, bürokrat kökenlilerin akademisyen olması Kaynak sıkıntısı olarak sayılabilir.

1. Bölüm- Uluslararası İlişkilerde Teori Kavramı ve Temel Teorik Tartışmalar Uluslararası İlişkiler disiplininin temel konusunun modern devlet olarak kabul edilmesine rağmen, modern devletin ne zaman ortaya çıktığı hala tartışma konusudur. 1648 Vestfalya, başlangıç olarak öne sürülse de, Teschke gibi düşünürler bunun sadece bir mit olduğunu, bu dönemde hala geleneksel imparatorluk yapılanmalarının söz konusu olduğunu iddia eder. Genel kabul, Uluslararası İlişkiler disiplininin 1. Dünya Savaşı sonrası yaşanan yıkımın yeniden yaşanmaması için yapılan çalışmalar sonucunda ortaya çıktığıdır. Bu dönemde Aberywyth Üniversitesinde kurulan kürsü, Uluslararası İlişkiler disiplininin başlangıcı olarak alınır. Ne var ki ABD, bu öncülüğü kabul etmez. Uluslararası İlişkiler disiplininde günümüzde yaşanan teori zenginliği akla “Uluslararası İlişkiler teorisinin sonu mu geliyor?” sorusunu getirmektedir. Teoriler önümüzde duran karmaşık dünyayı bizim için anlaşılır hale getirir. Bize dünya ile ilgili basitleştirilmiş ve 1

radikal bilgiler sunar. Radikal kelimesi burada kök manasındadır. Yani aslında bize olay ve olguların köklerine ulaşmamızı sağlar. Burada ilk dikkat edilmesi gereken teorinin oluşumudur. Meta teori olarak adlandırılan teorinin teorisini irdeleyen kavram sayesinde teorilerin nasıl ve neden kurulduğu ortaya çıkar. Teorinin oluşturulmasında önem arz eden üç temel kavram ontoloji, epistemoloji, metodolojidir. Ontoloji teorinin varlık sebebini oluşturmaktadır. Epistemoloji bilgi teorisidir. Çalışılan konuda hangi bilginin doğru olduğunu inceler. Metodoloji kavramı ile dile getirilen, bu bilgiyi nasıl elde ettiğimizdir. Pozitivist düşünce, bilimsel yöntemlerle erişilen bilginin geçerli olduğunu iddia ederek aslında diğer bilgiler değersizleştirmiştir. Wight’ın belirttiği gibi pozitivizm, Uluslararası İlişkiler disiplinini makul tartışmalara kapayarak önemli konuların tartışılmasına engel olmuştur. Pozitivist anlayışı geliştirmek isteyen neo-pozitivist düşünürler, pozitivizmin kriterlerinin niceliksel çalışmalarda da kullanılabileceğini göstermek üzere kalitatif bir metodoloji kullanmaktır. Pozitivizmin geleneksel düşüncelerle çatışması toplumu oluşturan insanları inorganik madde olarak kabul etmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa özelde insan, genelde toplum, düzensizlikler içerir. Gözlemlenebilse de deney yapılamaz. Üzerinden zaman geçen olaylar üzerinde ise artık gözlem de yapılamaz. Bu durum çıkarsama yapmayı zorlaştırır. Teoriler açıklayıcı, oluşturucu ve eleştirel olmak üzere üçe ayrılır. Açıklayıcı teoriler var olan olgu ya da olayları inceler. Oluşturucu teoriler ise Cox’un ifadesiyle bir görüş üretir. Öte yandan eleştirel teoriler, verili durumu ve kabulleri reddeder. Uluslararası İlişkiler disiplininde dört temel tartışmadan söz edilebilir. Beşinci tartışma yeni ortaya çıkmaya başlayan eleştirel realizm tartışmasıdır. Beşinci tartışma, Newton’cu paradigmanın rölativite ve kuantum fiziğinin, lineer düzenliliklerin eleştirilmesini ve her şeyin önceden kestirilebileceği görüşünü eleştirir. İlk tartışma iki dünya savaşı arasında çıkan realizm-idealizm tartışmasıdır. Savaşa çözüm arayan idealizme ve realizm bunun kaçınılmaz olduğunu iddia ederek karşı çıkmıştır. Carr, daha ileri giderek idealistleri ütopyacılar olarak isimlendirmiştir. İdeal olana kavuşmanın zannedildiği gibi kolay bir hedef olmadığını devletlerin güvenlik kaygılarıyla açıklamıştır. 2. Dünya Savaşı, idealizmin yerini realizmin almasına neden olmuştur. İkinci tartışma 1950-60 yıllarında çıkan davranışsalcılık-gelenekselcilik tartışmasıdır. Özellikle ABD’de ortaya çıkan davranışsalcı yaklaşım pozitivizm temelli sayısal verilere önem veren çalışımları amaçlamıştır. Kaplan ve Singer gibi düşünürler bu sayede uluslararası ilişkilerde düzenlilikler ve yasalar bulunabileceğini ileri sürmüştür. Gelenekselciler ise karmaşık bir yapıya sahip olan sosyal hayata bu kuralların uygulanamayacağını iddia etmiştir. Üçüncü tartışma paradigmalar arası tartışma olarak da geçer. 1970’li yıllarda Thomas Khun’un yazdığı kitap üzerine başlayan tartışma seksenli yılların sonuna kadar sürmüştür. Khun, kitabında bilimsel bilginin pozitivistlerin zannettiği gibi lineer ilerlemediğini, bir devrim-bir rahatlama şeklinde yol aldığını iler sürmüştür. Öne sürülen bir paradigmanın epistemik cemaat tarafından kabul görmesi halinde, diğerinin terk edildiğini ve devrimin gerçekleştiğini belirtir. Pozitivistlerin yanlışlanan görüşü yok saymasını ise reddeder. İşin ilginç yanı tartışamaya neden olan bu görüşün sosyal bilimlere uygulanamayacağını ileri 2

sürer. Dördüncü tartışma pozitivizm - post-pozitivizm tartışmasıdır. 1980 sonrası ortaya çıkan tartışma, sadece bilimsel bilgiler geçerli olduğu iddiasını eleştiren post-pozitivizm öncülüğünde gelişmiştir. Max Weber’in dile getirdiği sosyal bilimlerin açıklama değil, anlama yoluyla irdelenmesi gerektiği görüşü dile getirilmiştir. Bu dönemdeki tüm teorileri genel olarak eleştirel teori denilmiştir. Aralarında önemli farklar bulunsa da bu teoriler, pozitivizme karşı olma noktasında birleşmişlerdir. Kompleksite teorisi yeni yaygınlaşan bir teori olarak ortaya çıkmaktadır. Toplumsal sistemlerin karmaşık yapıları olduğunu ve tek yönlü lineer bir nedensellikle bunun ele alınamayacağını iler sürer. Parçaların ve birimlerin karşılıklı olarak birbirlerini etkilediğini öne sürer. Türkiye’de Uluslararası İlişkilerin temel çalışmaları, bölge çalışmalarıdır. Ampirik betimlemeye ağırlık veren ve olaylar üzerinden değerlendirmeye varan çalışmalardır. Bu durum teorik bir katkı sağlamazken, konuların bir merkezde yoğunlaşmasına neden olmaktadır. Teori tercihi kişisel donanımla alakalı olsa da nihayetinde siyasal ve normatif bir tercihtir. Disiplinin ilk yıllarında hangi teorinin benimseneceği kolay bir soruydu: realizm ya da liberalizm. Ancak artık disiplinin tek sorunu savaş ve barış değil. Her teorinin belli bir şeyi incelediğini iddia etmek doğru olmaz. Ya da istediğimiz an istediğimiz bir teoriyi seçmek de. Her teori, incelenecek sorunu farklı tanımlar ve farklı çözümler üretir.

2. Bölüm- İdealizm İdealizm, iki savaş arası dönemde benzer bir mezalimin yeniden yaşanmaması için uluslararası ilişkilerin barışçı bir yöntemlerle düzenlenmesi gerektiğini savunmuştur. Esasında realizmden önce ortaya çıkmış ve uluslararası ilişkiler kavramının doğuşuna neden olmuştur. İdealistler savaşın sona ermesi ve uluslararası ilişkilerin gelişmesi için şunları önermişledir: uluslararası sistemin temelde savaş, diplomasi ve hukuk vardır. Bunlardan savaş ortadan kaldırılıp, diğer ikisi geliştirilmelidir. Bunun için en temelde silahsızlanmanın sağlanması gerekmektedir. Angell’a göre silahlar savaşların ortaya çıkmasını tetiklemektedir. Çatışan tarafların birbiriyle görüşebilecekleri ve sorunlarını çözebilecekleri bir konferans ortamı olmalıdır. Bunu uluslararası örgütler sağlayabilir. Bu kurumlar ayrıca uluslararası hukukun da yaygınlaşmasına hizmet edecektir. Bunlardan başka uluslararası ticaretin gelişmesi de karşılıklı bağımlılığı artıracağı için savaşları arzulanmaz hale getirecektir. Realizm mevcut durumu tanımlarken, idealizm ideal olanı- olması gerekeni- tanımlar. Bu yüzden pek çok kez ütopyacılık ya da hayalperestlik olarak da tanımlanmıştır. İdealizm iyimser/ optimist iken, realizm karamsar/ pesimisttir. Liberalizm kelimesi de olumlu manada idealizm yerine kullanılan kelimelerden biridir. Ancak idealizmin hem işlevsel hem de teorik olarak ortaya çıkmasını sağlayan Başkan Wilson’dur. Wilson’culuk olarak da adlandırılan bu görüş, 1. Dünya Savaşı sonrası Wilson’un öne sürdüğü Wilson İlkeleri temelinde gelişmiştir. Bu ilkeler, barışın kalıcılığının sağlanması, self determinasyon, açık deniz, açık diploması ve 3

Milletler Cemiyetinin de temelini oluşturan uluslararası örgütlerin kurulması gibi pek çoğu döneminde ilk kez dile getirilen teklifler içermektedir. Tabi bunları sağlayacak devletlerin demokrasi olması da kaçınılmazdır. Nitekim idealizm temelli demokratik barış teorisi de demokrasilerin birbirleriyle savaşmayacağını savlar. Ayrıca makul olmadığı için savaşları kamuoyu tasvip etmez. Arkasında kamuoyu gücüyle ayakta duran demokratik yönetimler ise halka rağmen iş yapamazlar. Wilson ilkelerinin arzulanan etkiyi gösterememesi ise en başta doğduğu ülkede destek görememesinden kaynaklanır. Demokratik Wilson’un Milletler Cemiyeti üyeliği için kongre onayını alamaması, ilkelere vurulan ilk darbe olmuştur. Ayrıca kongre bu ilkelerin uygulanmasına da yetki vermemiştir. ABD’nin yeniden yalnızcılık politikasına dönmesi tüm bu idealizm hayallerini söndürmüştür. İdealizm tabiri yerine sıkça kullanılan liberalizm tabiri, aslında idealizmden büyük farklılıklar içerir. İdealizm asıl aktör olarak devleti kabul eder ve devlet üzerinden bir uluslararası düzen tasarlar. Liberalizm ise birey temellidir. Devlet dahi bireyden sonra gelir. Öte yandan idealizm bir uluslararası ilişkiler teorisidir. Liberalizm ise siyaset teorisidir. Wilson’u en çok eleştirenlerden biri olan Carr’a göre entelektüel ve bürokrat arasında fark vardır. Entelektüel teorik ve ütopik düşünürken, bürokrat ampirik düşünme eğilimindedir. Carr’a göre entelektüelin tipik bir örneği olan Woodrow Wilson, taleplerini genel ve basit ilkelere dayandırmıştır. Entelektüeller; self-determinasyon, serbest ticaret ve ortak güvenlik gibi genel kabul gören ilkeleri mutlak standartlar olarak telakki eder ve bir politikanın iyi veya kötü olduğuna bu ilkelere uyma veya onlardan sapma derecesine göre karar verirler. Pratik ve gerçek birbirine uymaz. Her ne kadar 2. Dünya Savaşının patlak vermesi idealizmin realizme yenilgisi olarak görülse de durum aslında öyle değildir. Soğuk Savaşın en kasvetli yıllarında bile hala idealizmin temelleri üzerine yapılandırılmış örgütler bulmak mümkündür. Örnekse BM ve ona bağlı işlev gören uluslararası örgütlerdir. Avrupa’da görülen AB örneği ise birbirleri ile sürekli savaş halinde olan ülkelerin savaşı gündemlerinden çıkararak ortak pazar kurmaları örneği vardır. Bunlardan başka BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, NPT gibi silahsızlanma antlaşmaları, deniz hukuku sözleşmeleri idealist düşüncenin başarı hanesine artı olarak yazılabilir. Weber idealizmin prensiplerini şöyle sıralar:       

İnsan doğası iyidir ve yardımseverdir, İlerleme mümkündür, Kötülüğün sebebi insanlar değil, kötü şartlardır, Uluslararası anarşi önlenebilir, Uluslararası ilişkilerde ortak hareket gerekir, Uluslararası kurumlar, uluslararası düzene katkı sağlar, Küresel değişim ve işbirliği mümkündür.

4

İdealizmin insan doğasına verdiği önem, Aydınlanma çağı ve hümanizm düşüncesine dayanır. Buna göre insan iyidir, değilse de eğitilebilir. Burada asıl soru evrensel iyi nedir? Öte yandan devletlerin işbirliğine gitmesi savaşları önler ve refahı getirir. Refaha kavuşan toplumlar ise bir daha savaşı arzulamaz. İdealizm de realizm gibi uluslararası sistemin anarşik olduğunu kabul eder. Ama bu anarşinin önlenebileceğini, bunun da uluslararası örgütler ve işbirliği ile sağlanabileceğini düşünür. İdealizm, amaçlarını gerçekleştirmek için bazı araçlardan faydalanır. Bunlar, iyi insan yetiştirmek için eğitim, demokrasi ve kamuoyu; uluslararası sorunları çözmek için uluslararası örgütler ve hukuk, uluslararası güvenliği sağlamak için de müşterek güvenlik sistemleridir. Tüm bunlar sonuçta küresel bir toplumun ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Türkiye’de idealizmin durumu gözlenecek olursa, en başta Atatürk’ün dile getirmiş olduğu “yurtta sulh, cihanda sulh ilkesi” bunun en güzel örneğini teşkil eder. Sonraki dönemlere bakıldığında da Türkiye’nin NATO ve BM gibi uluslararası örgütlere üyeliği ve uluslararası topluma entegre olmayı kendine bir devlet politikası haline getirmesi barışçıl bir yol izlediğini göstermektedir. 1974 Kıbrıs Müdahalesi haricinde tek başına her hangi çatışmaya girmemiş olması da artı bir göstergedir. 1963 yılından beri AB üyeliği için mücadele etmesi ve uluslararası kamuoyunun tepkilerine darbe dönemlerinde dahi dikkat etmesi ise cabası. Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı döneminde savunulan sıfır sorun politikası, günümüze kadar bu anlayışın sürdürülmesinin en önemli örneğidir. İzlenen aktif dış politika, diplomasiye verilen önemi gösterirken; İsrail ve Filistin, İran ve Batı arasındaki arabuluculuk rolleri de bunu destekler nitelikte davranışlardır. Özal’ın Suriye ve Irak’ı kapsayan Barış Suyu Projesi ise gerçekleştirilememiş idealizm temelli bir hamledir. Öte yandan Körfez Savaşına katılmış olması ve Suriye’ye askeri müdahaleyi savunması, bazen savaş kartını da oynayabildiğini göstermiştir.

3. Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler Bir önceki bölümde idealizm ve realizm arasındaki temel farklara dikkat çekilmişti. Bu bölümde münferit olarak liberalizm ve doğuşu, etkisi ve örnek olaya uygulaması ele alınacaktır. Bireysel özgürlüklere önem veren ve devleti arka planda tutan liberalizme en büyük eleştiri Carr’dan gelmiştir. Entelektüeller topluma liderlik ettiklerini zannederler. Entelektüelin antitezi olan bürokrat ise “genel durumlar yoktur, özgül durumlar vardır” mantığıyla hareket eder. Bürokratik düşünceye göre tecrübe, bilimden önce gelir; ortak güvenlik, dünya düzeni, genel silahsızlanma vb. projeler tecrübeden kopuk, salt teorinin ürünüdürler. Bu projeler genel ilkeye göre değil, her vakanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Entelektüel ve bürokrat arasındaki tezat, sol-sağ antitezinde de kendisini gösterir. Entelektüel sola meylederken, bürokrat sağa meyleder. Ancak sol partiler ve siyasetçiler, siyasî makam elde ederek gerçeklikle temas ettiklerinde doktriner ütopyacılıktan vazgeçip sağa doğru kayma eğilimindedirler. Ütopyacı, siyasetten bağımsız olduğunu iddia ettiği bir ahlakî standart oluşturur ve siyaseti bu standarda uydurmaya çalışır. Gerçekçiye göre ise evrensel ahlak mümkün değildir ve siyaset dışında bir ahlakî norm aramanın sonu mutlaka hüsrandır. 5

Liberalizmin devleti ikinci planda ele alması, devlet olgusunun ortaya çıkışını da tartışmaya açmıştır. Hobbes’un önerdiği şekliyle devlet, insanın insanın kurdu olduğu anarşik düzene çözüm çabasıdır. Ne var ki Nozick, bu durumun anarşiye çözüm olmadığını, yeni anarşilerin türemesine eden olduğunu ileri sürmektedir. Hobbes aslında bize anarşiler içinde daha az kötü olanı seçtirmiştir. Buna göre realistlerin ileri sürdüğü gibi devlet öncesi durum bir doğa durumu mudur, yoksa asıl şimdi mi çatışma daha çoktur? Oppenheimer’in fetih teorisine göre ise savaş gücü yüksek toplumlar, fetih yoluyla ele geçirdikleri tarım toplumlarını kendilerine itaate zorlamışlardır. Bu durum savunma için bu toplulukların da devletleşmesine ve çatışmaların körüklenmesine neden olmuştur. Yani anarşi devletleri, devletlerden anarşiyi doğurmuştur. Ponting’e göre tarımsal verimliliğin artması sonucu ortaya çıkan artık ürünün nasıl pay edileceği sorunu gündeme gelmiştir. Üretken olmayan asker ve din adamı gibi grupların buradan pay alma gayretleri bürokratik bir sınıfın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Locke, Hobbes gibi devletin varlığını önemser. Ancak devletin varlık amacı güvenlik değil, bireylerin özgürlüğüdür. Buna göre her ne halde olursa olsun bireylerin ve sahip oldukları maddi manevi değerlerin dokunulmazlığı vardır. Kant Daimi Barış adlı eserinde özel mülkiyete önem verir. Bunun için devletlerin hukuk üzere olması gerekir. Bu ise ancak anayasal cumhuriyet ile sağlanabilir. Kant’a göre anayasal cumhuriyetler despotik yönetimlerden daha barışçıldır. Yeniden seçilmek isteyen yönetimler, halka rağmen savaş açamazlar. Despotik yönetimlerde ise bu durum söz konusu değildir. Liberalizme çok büyük katkısı bulunan bir diğer düşünür ise Adam Smith’tir. Smith, iş bölümü teorisine göre herkesin her şeyi yapamayacağını, bunun da işbirliğini gerektirdiğini ileri sürmüştür. Bu aslında bir avantajdır. Şeylerin daha iyi ve kolay üretilmesini sağlar. Aynı mantıktan hareketle David Ricardo, karşılaştırmalı üstünlük teorisini geliştirmiştir. Buna göre devletler de insanlar gibi her şeyi kendileri üretemezler. Her devlet hammadde ve yetilerine göre en iyi ve ucuza ürettiğini üretmelidir. Bu durum kaçınılmaz olarak uluslararası ticaretin gelişimini, dolayısıyla çatışmaların azalmasını sağlayacaktır. Sosyal bilimlerde en büyük değişimlerden birini davranışsalcılık akımı sağlamıştır. Bilimsel yöntemlerin önem atfeden yaklaşım, ABD’de ortaya çıkmasının Mc Carthy dönemine denk gelmesi bir rastlantı değildir. Bu baskı döneminde sosyal bilimlerde çalışma yapan bilim adamları, siyasi baskıdan korunmak için davranışsalcılık yaklaşımı sayesinde bilimsel bir zırha bürünmek istemişlerdir. Davranışsalcılığa göre insan davranışları keşfedilmeyi beklemektedir. Ancak bunun için ampirik yöntemler kullanılmalıdır. Araştırma sürecinde özne ve nesne birbiriden ayrı tutulmalıdır. Bueno ve Mesquita’nın seçmen teorisi, liberalizm destekli bir önermedir. Buna göre otokratik yönetimler, seçimle başa gelmedikleri için seçmen kaygısı çekmezler. Kararları dar bir kadroyu ikna sonucu alabildikleri için, bu dar kadroya devlet imtiyazları sunarak tavlama yoluna giderler. Bu durum daha kolay savaş kararı almalarına neden olur. Öte yandan, demokratik yönetimler halk tarafından seçildikleri için, onları tavlamak adına devlet kaynaklarını kullanmaları imkânsızıdır. Ancak herkesi mutlu edecek hareketlerde bulunmak zorundadırlar. Karar almada da halka rağmen davranamazlar. 6

Robert Keohane 1990’da yaptığı çalışmada dört farklı liberalizmden bahsetmiştir. İlki cumhuriyetçi liberalizm, Kant’ın önerdiği demokratik yönetim biçimidir. Doyle ayrıca demokratik barış teorisi ile demokrasilerin demokrasilerle savaşmadığını iddia etmiştir. Ticari liberalizmde ise uluslararası ticaretin, uluslararası barışa katkı yaptığı görüşü vardır. Karşılıklı bağımlılık olarak da adlandırılan teoride ticarete sekteye uğratacağı için devletler, iş yaptıkları devletlerle savaşmak istemezler. Haas’ın spillover tabiri işbirliğinin, yeni işbirliklerine yol açacağını savunur. Düzenleyici realizm, uluslararası sistemin uluslararası örgütler ve rejimler sayesinde barışçıl bir şekilde işleyeceğini öne sürer. Son olarak sosyolojik liberalizm, artan eğitim seviyesi ve yaygınlaşan teknoloji sayesinde değerlerin yaygınlaştığı ve insanların sınırları ötesindeki insanlarla da birliktelik kurabildiği günümüzde, devletlerin önemi giderek azalmaktadır. İnsanların da devletlerine olan bağlılıkları aynı şekilde azalmaktadır. Liberalizme örnek vermek gerekirse, Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik süreci gösterilebilir. Soğuk Savaş ürünü gibi gözükse de, AB artık Soğuk Savaşın sona erdiği bu dönemde talep edilir olmaması gerekirdi. Oysa hem güvenlik, hem insan hakları açısından Türkiye hala AB üyeliği peşinde koşmaktadır. Özellikle ordunun siyasete egemen olduğu dönemd...


Similar Free PDFs