Uluslararası İlişkilere Giriş: Tarih, Teori, Kavram ve Konular PDF

Title Uluslararası İlişkilere Giriş: Tarih, Teori, Kavram ve Konular
Author Ali Balci
Pages 7
File Size 162.3 KB
File Type PDF
Total Downloads 36
Total Views 155

Summary

ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ TA R İ H , T E O R İ , K A V R A M V E K O N U L A R EDİTÖRLER ŞABAN KARDAŞ ALİ BALCI ‹Ç‹NDEK‹LER 1 • Tarih İttifaklar Hasan B. Yalçın 266 Dünya Politikasının Dönüşümü ve Uluslararası İlişkiler Çağı Savaş Haldun Yalçınkaya 272 (İlk Çağlardan 20. Yüzyıla) Erol Kurubaş 11...


Description

ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ TA R İ H , T E O R İ , K A V R A M V E K O N U L A R

EDİTÖRLER

ŞABAN KARDAŞ ALİ BALCI

‹Ç‹NDEK‹LER

1 • Tarih

İttifaklar Hasan B. Yalçın 266

Dünya Politikasının Dönüşümü ve Uluslararası İlişkiler Çağı (İlk Çağlardan 20. Yüzyıla) Erol Kurubaş 11

Savaş Haldun Yalçınkaya 272

Yirminci Yüzyılda Uluslararası Siyaset (1914-1990 Arası Dönem) Çağrı Erhan-Özge Özkoç 25

Uluslararası Sistem Davut Ateş 285

Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Dünya Siyaseti Emre Erşen 41 Uluslararası Sistemde Türkiye Mustafa Serdar Palabıyık 56

İşbirliği Bezen Balamir Coşkun 279 Uluslararası Hukuk Mehmet Emin Çağıran 293 Uluslararası Örgütler Cenap Çakmak 299 Uluslararası Politik Ekonomi Ziya Öniş - Mustafa Kutlay 307 Uluslararası Müdahale Pınar Gözen Ercan 316

2 • Teori

Demokrasi Kıvanç Ulusoy 322

Disiplinin Doğuşu, Kimliği ve Sorunları Erdem Özlük 74

İnsan Hakları Çiğdem Aydın Koyuncu 329

Realizm Ali Balcı - Tuncay Kardaş

Küreselleşme E. Fuat Keyman 336

85

Liberalizm Tarık Oğuzlu 97

Aktör Murat Gül 346

İnşacılık Birgül Demirtaş 110

Oyun Kuramı Özgür Özdamar 352

İngiliz Okulu F. Aslı Ergül Jorgensen 122

Analiz Düzeyi Problemi Bahadır Pehlivantürk 359

Marksist Teoriler Mustafa Küçük 137 Eleştirel Teori Faruk Yalvaç 149 Post-Yapısalcılık Hakan Övünç Ongur 161 Feminizm M. Sinan Birdal 169 Post-Kolonyalizm Ali Balcı 180 Normatif Teori Nezir Akyeşilmen 189 Batı-Merkezli Olmayan Uluslararası İlişkiler Kuramı ve İslam Turan Kayaoğlu 198

4 • Konu Birleşmiş Milletler Erdem Denk 366 Kitle İmha Silahları ve Silahsızlanma Ferhat Pirinççi 375 Azgelişmişlik ve Kalkınma Erdem Özlük 384 Çevre Sorunları ve Küresel İklim Değişikliği Vakur Sümer 393 Nüfus Hareketleri ve Göç Başak Kale 402 Enerji Mert Bilgin 410 Milliyetçilik ve Etnik Çatışmalar Şener Aktürk 419

3 • Kavram

Avrupa Birliği Kemal İnat - Filiz Cicioğlu 427

Devlet Faruk Yalvaç 210

Çin’in Yükselişi Ceren Ergenç 437

Güç Burak Kadercan 217

Dünya Siyasetinde Afrika Mehmet Özkan 447

Güvenlik Tuncay Kardaş 226

Arap Baharı Burhanettin Duran - Nurullah Ardıç 456

Jeopolitik Murat Yeşiltaş 235

Başarısız Devletler Burak Bilgehan Özpek 468

Dış Politika Analizi Cengiz Erişen 246

11 Eylül Terör Eylemleri ve Küresel Düzen Engin İ. Erdem 472

Diplomasi Selçuk Çolakoğlu 254

Toplumsal Hareketler Y. Doğan Çetinkaya 479

Kimlik Bahar Rumelili 260

Siber Savaşlar Yıldırım Turan 487

Yirminci Yüzyılda Uluslararası Siyaset (1914-1990 Arası Dönem) Çağrı Erhan Özge Özkoç

Ankara Üniversitesi Ankara Üniversitesi

Giriş

24

Birinci Dünya Savaşı ve Savaş Sonrası Düzenlemeler

26

İkinci Dünya Savaşı ve İki Kutuplu Dünya Düzeni

30

Soğuk Savaş’ın Tırmanması

33

Yumuşama (Dêtente)

36

Soğuk Savaş’ın Sona Erişi

37

Sorular

39

Ek Okuma Önerileri

39

Kaynakça

40

Giriş 1914 yılında patlak veren Birinci Dünya Savaşı, sivil nüfusun ve sivil yaşam biçimlerinin derin biçimde etkilendiği topyekûn savaşın ilk örneğiydi. Ayrıca, tankların, uçakların, denizaltıların ve kimyasal silahların kullanıldığı ilk modern savaştı (Heywood, 2013: 59). Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yapılan düzenlemelerin yeni bir dünya savaşının çıkmasını engellemekten uzak yapısı, 1939’da İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle tamamen çöktü. İkinci Dünya Savaşı ise, ilkinden çok daha kapsamlı ve yıkıcı bir sürecin yaşanmasına neden oldu. Avrupa’nın uluslararası alandaki egemenliğinin çöküşünü tescilleyen İkinci Dünya Savaşı, ancak Sovyetler Birliği’nin (SSCB) Alman işgaline direnebilmesi ve ABD’nin savaşa girmesiyle Mütteiklerin lehine sonuçlanabilmişti. Dolayısıyla, daha önceki savaşlardan coğrai açıdan çok daha geniş kapsamlı, siyasal ve ekonomik açıdan ise çok daha yıkıcı niteliklere sahip iki dünya savaşının yaşandığı 20. Yüzyıl, Napolyon Savaşları sonrasında Avrupa devletlerinin birbirlerini frenlemek ve milliyetçi hareketlere kar-

şı statükoyu korumak amacıyla oluşturdukları güç dengesine dayanan uluslararası sistemin temel ilkelerinin değiştiği, güç merkezinin Avrupa’dan ABD’ye ve SSCB’ye kaydığı yeni bir sistemik yapılanmaya sahne oldu. 1945, Batı Avrupa’nın dünya siyasetindeki ve ekonomisindeki egemenliğinin, bir başka deyişle ‘başat’ olma niteliğinin sona erdiğine işaret etmekteydi. Avrupa dışındaki iki ülke ABD ve SSCB yeni güç merkezleri olarak ortaya çıkmıştı. 1945’ten sonra dünya siyasetini nükleer silahlanmanın hızlanması ve dekolonizasyon sürecinde Avrupa devletlerinin Afrika ile Asya’daki sömürgelerinin tasiyesiyle sömürge imparatorlukları döneminin sona ermesi ile ABD ve SSCB’nin ideolojik, askerî ve ekonomik rekabetine dayanan Soğuk Savaş’ın başlaması gibi üç temel gelişmenin belirlediğini söylemek mümkündür (Scott, 2001: 75). Soğuk Savaş, ABD ve SSCB arasındaki ideolojik, askerî ve siyasal bir rekabet olduğu kadar, bu rekabete Batı ve Doğu bloklarının

Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Dünya Siyaseti 47

‘Teröre Karşı Savaş’tan Küresel Krize 11 Eylül saldırılarıyla başlayan dönemde özellikle iletişim teknolojilerindeki hızlı ilerlemeye bağlı olarak küreselleşme güç kazanmaya devam etmiş, ancak dünya toplumları arasındaki dini ve kültürel farklılıklar bir önceki on yıla göre çok daha öne çıkmaya başlamıştır. Uluslararası sistemin tek kutuplu özelliği ise ABD’nin Afganistan ve Irak’a askeri müdahalelerinden sonra başta Rusya ve Çin olmak üzere diğer devletler tarafından açıkça sorgulanmıştır. Bu dönemde bölgesel krizlerin ise ABD’nin askeri güce ve tek taralı karar almaya dayanan dış politika yaklaşımına bağlı olarak özellikle Ortadoğu bölgesinde yoğunluk kazandığı görülmektedir. ‘Batı Dışı’ Aktörlerin Yükselişi ve Küreselleşmeye Karşı Tepkiler Yeni milenyumun ilk on yılı, dünya toplumları arasındaki etkileşimin büyük bir hızla artmasına bağlı olarak küresel sorunların da dönemi olmuştur. Bu kapsamda özellikle ekonomi hızla küreselleşmeye devam etmiş, inans, yatırım ve ticarete yönelik kısıtlamaların zayılamasıyla çok uluslu şirketler dünyanın pek çok ülkesinde faaliyetlerini arttırmışlardır. Nitekim Dünya Bankası verilerine göre 1999 ile 2009 arasında dünya ekonomisi yaklaşık iki kat büyümüştür. Bu büyümenin önemli bir nedeni ise Çin, Hindistan ve Brezilya gibi 1990’lardan önce dünya ekonomisindeki rolleri kısıtlı olan ülkelerin gösterdiği ekonomik performanstır. Özellikle Çin bu dönemde çift haneli büyüme rakamlarına ulaşarak Japonya’yı geride bırakmış ve 2000’lerin sonunda dünyanın en büyük ikinci ekonomisi haline gelmiştir. 1990’ları ekonomik açıdan oldukça zor geçiren Rusya da 2000’ler boyunca iyatları oldukça yüksek seyreden enerji ve hammadde ihracatına bağlı olarak dünya ekonomisindeki payını arttırmıştır. Tüm bu gelişmeler ışığında ABD merkezli Goldman

A3, 9: Dünya Ekonomisinde İlk On Ülke (2012) Satın Alma Paritesine Göre Ekonomik Büyüklük (trilyon dolar)

1 ABD

2007

2010

2012

13,81

14.58

16,24

2 Çin

7,05

10.08

12,26

3 Hindistan

3,09

4.19

4,71

4 Japonya

4,28

4.33

4,48

5 Almanya

2,72

3.07

3,37

6 Rusya

2,08

2.81

3,37

7 Fransa

2,06

2.19

2,37

8 İngiltere

2,04

2.23

2,36

9 Brezilya

1,83

2.16

2,32

10 Meksika

1,34

1.62

2,02

Kaynak: World Bank, World Development Indicators Database (2008-2013).

Sachs yatırım bankası, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’i ‘BRIC’ adı verilen yeni bir grup içine dâhil etmiş, (Wilson and Purushothaman, 2003) 2010’da Güney Afrika’nın da katılması ile bu ülkeler dünya siyasetinde ‘BRIC-S’ olarak anılmaya başlanmıştır. 2000’ler boyunca iletişim teknolojisinde de çok önemli ilerlemeler görülmüştür. İnternet erişimi dünyanın neredeyse tüm bölgelerinde mümkün hale gelirken cep telefonları ve diğer mobil cihazların kullanımının yaygınlaşmasıyla beraber iletişim tam anlamıyla küresel bir nitelik kazanmıştır. Kısa mesaj (SMS), e-posta, sosyal paylaşım siteleri ve bloglar gibi elektronik iletişim kanalları sayesinde etkili bir küresel haberleşme ağı oluşmuş, ayrıca havayolu taşımacılığının büyük gelişim göstermesiyle dünyanın pek çok bölgesine seyahat etmek de çok daha kolay hale gelmiştir. Dünya toplumları arasındaki iletişim güçlendikçe küresel sorunlar da giderek daha fazla görünür-

A3, 10: 11 Eylül Saldırıları 11 Eylül 2001 sabahında 19 hava korsanı United Airlines ve American Airlines şirketlerine ait dört uçağı kaçırmışlardır. Uçaklardan ikisi New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin İkiz Kulelerine çarptırılmış, çarpmanın şiddetiyle her iki kule de birkaç saat içinde tamamen çökmüştür. ABD Savunma Bakanlığı binası Pentagon’a çarptırılan üçüncü uçak da binanın özellikle

batı bölümünde büyük hasara yol açmıştır. Washington’a yöneldiği düşünülen son uçak ise yolcular ve hava korsanları arasında yaşanan arbede sonrasında Pennsylvania yakınlarında yere çakılmıştır. 11 Eylül saldırılarında yolcular ve mürettebat da dâhil olmak üzere yaklaşık 3.000 kişi hayatını kaybetmiştir.

Realizm Ali Balcı Sakarya Üniversitesi Tuncay Kardaş Sakarya Üniversitesi

Giriş

85

Realizmin Kökenleri

86

Realizmin Temel Kavramları

87

Klasik Realizm

89

Neo-realizm

90

Neo-klasik Realizm

94

Türkiye’de Realist Teori

94

Sorular

95

Ek Okuma Önerileri

95

Kaynakça

96

Giriş Uluslararası İlişkiler disiplini 17 milyon insanın öldüğü 20 milyon insanın da yaralandığı Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından yeni bir dünya savaşınasıl önlenebilir sorusu etrafında idealist / ütopyacı bir çalışma alanı olarak ortaya çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte bu soruyu bilimsel bir disiplinin pozitivist yöntemleriyle çözmek isteyen düşünürlerin çabasıyla Realizm ortaya çıkmış ve uluslararası ilişkiler bir sosyal bilim dalına dönüşmüştür. Ütopyacı çalışmalara ilk güçlü itiraz Edward H. Carr’ın İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıl olan 1939’da yayımladığı Yirmi Yılın Bunalımı: 1919-1939 başlıklı kitabı ile gelmiştir. Uluslararası ilişkilerin olması gerekene yani ütopik barış projelerine veya öngörülerine değil, olana yani yaşanmış savaş ve çatışmaların çözümlenmesine odaklanması gerektiğini savunan Carr, idealist ve normatif analizlerin barışın tesisine değil hakim devletlerin çıkar ve değerlerini yaygınlaştırmaya hizmet ettiğini ve tam da bu nedenle uluslararası ilişkilerin objektif bir disiplin olarak gelişmesini engellediğini savunmuştur. Carr, olanın çözümlenmesi noktasında mevcut

güç ilişkilerini dönüştürmeden önce onları anlamaya çalışmak gerektiğini savunmuş ve böylelikle realist bakış açısına imkân sağlayan temel akıl yürütme biçimini tetiklemiştir. Realizm, özellikle bilginin bilimsel bakış ve pozitivist yöntemler ile elde edilebileceğini savunan bir akademik dünyada kendisine geniş bir alan açmış ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Uluslararası İlişkiler disiplininin de temel teorisi olmuştur. Realizmin disiplin içindeki etkisi o kadar güçlü olmuştur ki, diğer bütün teoriler realizme referansla disiplin içindeki kendi konum ve farklılıklarını tanımlamak zorunda kalmışlardır. Bu bağlamda realizmi diğer tüm teorik yaklaşımlardan ayıran bir tanım vermek söz konusu teorinin anlaşılması noktasında elzemdir. Genellikle insan doğasının kötü olduğu ve insanın çevresindekilere hakim olmak istediği varsayımından hareket eden realizm, devletleri uluslararası siyasetin temel aktörleri olarak kabul eder. Hiyerarşik bir yönetim ve örgütlenme biçimine sahip olan devlet yapılarında insanların kötü doğasının

Kimlik Bahar Rumelili

Koç Üniversitesi

Giriş

260

kimliğe özcü, inşacı ve araçsal yaklaşımlar

260

devlet kimlikleri ve dış politika

261

kimlik/farklılık ve uluslararası ilişkiler

263

Sorular

265

Ek Okuma Önerileri

265

Kaynakça

265

Giriş Kimlik, bir aktörün sahip olduğu ve yansıttığı ve zaman içinde diğerleriyle kurduğu ilişkiler vasıtasıyla şekillenen bireylik ve farklılık simgeleri olarak tanımlanır (Katzenstein 1996). Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra artan kimlik çatışmaları uluslararası ilişkilerde bu kavrama yönelik ilgiyi artırmıştır. Kimliğin uluslararası ilişkilere etkisi farklı düzeylerde ve boyutlarda değerlendirilebilir. Bu bölümde özellikle devlet kimliği kavramına ve bu kavramın inşacı yaklaşımlar tarafından kuramsallaştırılmasına yoğunlaşılacaktır. İlk olarak kimliğe özcü, inşacı, ve araçsal yaklaşımlar arasındaki farklar ortaya konacak, ikinci olarak kimlik ve devlet davranışları arasındaki kuramsal bağ açıklanacak, üçüncü olarak ise kimlik ve farklılık ilişkisi üzerinden kimliğin uluslararası ilişkileri nasıl etkilediği tartışılacaktır. Kimliğe Özcü, İnşacı ve Araçsal Yaklaşımlar Özcü yaklaşımlar siyasi kimliklerin kültürel bir temele dayandığını ve bu temelden bağımsız olarak gelişemeyeceğini savunurlar. Dolayısıyla, devlet kimliklerini ve ulusal kimlikleri, barındırdıkları halkların din, etnisite gibi verili özelliklerine dayandırırlar. Özcü yaklaşımda kimlikler verili ve sabittir;

değişim ancak bu verili parametrelerin tanımladığı sınırlar içinde olur. Uluslararası İlişkiler’de kimliğe özcü yaklaşımın en iyi ve bilinen örneği Samuel Huntington’ın Medeniyetler Çatışması adlı eseridir (Huntington, 1996). Bu eserde Huntington medeniyetleri en geniş kültürel birim olarak ve dil, tarih, din, gelenek ve kurumlar gibi nesnel olduğunu varsaydığı unsurlar –ama ağırlıklı olarak din- etrafında tanımlamıştır. Bu özcü tanım çerçevesinde medeniyetler arası ortak kimlik oluşumuna ve melez kimliklere yer yoktur. Huntington birden fazla medeniyetin kültürel unsurlarını barındıran ülkeleri parçalanmış (yırtık, torn) olarak nitelemekte, aynı şekilde farklı medeniyetleri karşı karşıya getiren anlaşmazlıkların şiddetli çatışmalar doğuracağını öngörmektedir. Aslında kimliklere özcü yaklaşım uluslararası ilişkiler analizlerinde çok yaygın karşılaştığımız bir yaklaşımdır. Benzer kültürel özelliklere sahip devletler arasında işbirliği ve farklı etnik gruplar arasında çatışma beklentileri özcü kimlik varsayımlarına dayanır. Örneğin, bir ‘Hristiyan klubü olan Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi Müslüman olduğu için üye yapmak istemeyeceği’ ya da ‘Balkanlar’ın yeni etnik çatışmalara gebe olduğu’na dair tezler özcü varsayımlara dayanarak oluşturmuştur.

Başarısız Devletler Burak Bilgehan Özpek

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi

Giriş

466

Başarısız Devletlerin Ortaya Çıkışı

466

Başarısız Devletler ve Müdahale

468

Sonuç

470

Sorular

470

Ek Okuma Önerileri

470

Kaynakça

471

Giriş Uluslararası ilişkiler disiplini, özellikle Soğuk Savaş’ın bitimiyle beraber, geleneksel egemenlik alanlarındaki dramatik bir dönüşümü incelemek zorunda kalmıştır. Egemenlik sahaları daralan devletlerin yerini ise küreselleşme ve demokratikleşme dalgası sayesinde devlet dışı aktörler almıştır. Bu aktörlerin birbirleriyle kurduğu ilişkilerin ürettiği sosyal ve ekonomik uyum ise siyasi gündemleri etkilemiştir. Ne var ki, Francis Fukuyama gibi düşünürlerin, çatışmadan arınmış bu uyum durumunu ‘tarihin sonu’ olarak adlandırmakta acele ettikleri kısa sürede ortaya çıkmıştır. Zira, devletlerin uğradığı egemenlik kaybı dünyanın sadece bir bölümü için uyum ve işbirliği üretirken, zayılayan devlet otoritesi bazı ülkeler için istikrarsızlığın kaynağı olmuştur. Diğer bir ifadeyle, Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemde, egemenlik iddiası içerisinde bulunduğu toprak parçası üzerinde düzeni sağlama konusunda başarısız devletlere daha sık rastlanmaktadır. Bununla beraber, bahsi geçen başarısız devletlerin karşı karşıya kaldıkları düzen sağlama sorunu, sadece kendilerini ilgilendiren bir konu olmaktan çıkmış, bölgesel ve küresel güvenliği tehdit eden aktörlerin ve sorunların da kaynağı haline gelmiştir.

Başarısız Devletlerin Ortaya Çıkışı Soğuk Savaş’ın bitişi ve başarısız devletlerin bir mantar gibi çoğalması arasında bir neden sonuç ilişkisi vardır. Zira, Soğuk Savaş döneminde dünya üzerindeki her toprak parçası stratejik bir öneme sahipti ve rakip bloklar, diğer devletleri kendi yanlarında tutabilmek ya da diğer tarafa katılmasını önlemek için mali ve askeri yardım yapmaktan imtina etmiyorlardı. Bu devletlere müşteri devletler (client states) denilmektedir ve Soğuk Savaş sonrası dünya şunu göstermiştir ki bu devletler yardım olmadan egemenlik tesis edememektedirler (Evans ve Newnham, 1998: 15). Call’a göre (2008: 1491-1493), başarısız devletlerin, uluslararası ilişkiler disiplininin gündemine gelmesi ise 1990’ların başında Somali’de devlet otoritesinin kaybolmasıyla beraber gerçekleşmiştir. Helman ve Ratner’in (1992: 3-20) 1992 yılında Foreign Policy dergisinde yayınladıkları ‘Failed States’ (başarısız devletler) makalesi ve Zartman’ın (1995) 1995 yılında yayınladığı ‘Collapsed States’ (çökmüş devletler) isimli kitabı öne çıkan akademik çalışmalardır. Bununla beraber, Maryland Üniversitesi’nde CIA’nin desteğiyle ‘State Failure Task Force’ (Devlet Başarısızlığı Çalışma Grubu) başlatılmış ve 1990’lı yılların devlet başarısızlığıyla ilişkilendirilen Bosna, Somali, Zaire, Afganistan, ve Liberya gibi çatışma bölgeleri incelenmiştir....


Similar Free PDFs