Laz Mısınız Estağfirullah PDF

Title Laz Mısınız Estağfirullah
Author Nilufer Taskin
Pages 7
File Size 180.2 KB
File Type PDF
Total Downloads 170
Total Views 942

Summary

LAZ MISINIZ? ESTAĞFURULLAH!1 Laz Kimliğinin Politik Sınırları Nilüfer Taşkın2 -Duydum ki Karadenizliymişsiniz. -Evet evet Laz’ız biz. -Laz mısınız, ay estağfurullah! -Neden öyle söylüyorsunuz! Biz Laz olmaktan gurur duyuyoruz. Bizim de ayrı bir dilimiz var. Ama öyle bölücü değiliz biz Kürtler gibi, ...


Description

LAZ MISINIZ? ESTAĞFURULLAH!1 Laz Kimliğinin Politik Sınırları Nilüfer Taşkın2

-Duydum ki Karadenizliymişsiniz. -Evet evet Laz’ız biz. -Laz mısınız, ay estağfurullah! -Neden öyle söylüyorsunuz! Biz Laz olmaktan gurur duyuyoruz. Bizim de ayrı bir dilimiz var. Ama öyle bölücü değiliz biz Kürtler gibi, kimseyi de öldürmüyoruz. -Biz de Kürd’üz. -… Yaşanmış bir hikâyede geçen bu diyalog, Türkiye’de temsiliyet ve kültür politikaları bağlamında bir steorotip haline gelmiş Laz kimliğinin kısa bir özeti gibi: Farklı ama kabul edilebilir, gülünç ama şirin, hırçın ama asi değil ve “öteki(ler)” gibi hiç değil… Son on yılda popüler kültür dünyasında yaşanan gelişmelerle birlikte Laz kimliğinin, özellikle de büyük kentlerde yaşayan ikinci kuşaklar için, kamusal alanla ilişkisinin önemli ölçüde dönüştüğü söylenebilir. Bu yazıda, bu dönüşümün politik sınırlarını çizen tarihsel arka planı irdelemek istiyorum. Kültür Politikaları ve Lazlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür politikası temel olarak geleneksel-modern, köy-kent ikilikleri üzerine kurulmuştur. Başka bir deyişle modernliğin ancak geleneksel olanın dönüşmesi, terk edilmesi, dışlanması ile mümkün olabileceği varsayılmış ve bu zamansal dönüşüm de mekânsal olarak köy/kent ikiliği üzerinde somutlaşmış, modernitenin “ilerleme” nosyonu bu zamansal ve mekânsal ikilik üzerinden kendini meşrulaştırmıştır. Öyle ki, köylü her ne kadar “milletin efendisi” ilan edilmişse de, “geleneksel yaşam pratikleri” ve “değer yargılarıyla” çoğunluk tarafından hemen her daim aşağılanmıştır. Buradaki köylülüğün “Türklüğün” karşıtı bir tür yerellik olduğu da söylenebilir. Ulusun inşasındaki bu hâkim söylem ve pratikler alanı, Türkiye’de yaşayan diğer etnik gruplar kadar Lazların kimliklerini3 oluşturmasında da büyük rol oynadı. Bilindiği üzere Lazlar özellikle Cumhuriyet tarihi boyunca merkezi otoritenin söylemleri ile büyük oranda uyum içinde olmuş, yaygın olarak devletçi, milliyetçi söylemi benimsemişlerdir. Bu eğilimde ulus-devletin çeşitli şiddet yöntemleriyle uyguladığı asimilasyon politikalarının yanında Lazların devletle olan ekonomik ilişkilerinin de oldukça önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Zira Lazlar, özellikle 1950’den sonra çay tarımı ile devlete göbeğinden bağ(ım)lı hâle geldiler. Böylece geçimlik tarımla yaşamlarını sürdüren küçük toprak köylülüğünden devletin yüksek teşvik primleri, istihdam olanakları, altyapı hizmetleri vs. sayesinde orta sınıflaşarak

1

Bu yazı Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Bölümü’nde (Haziran, 2011) tamamladığım “Representing and Performing Laz Identity ‘This is not a Rebel Song!’” adlı yüksek lisans tezinin verilerinden yola çıkılarak yazılmıştır. Eleştirileri ve sorularıyla metne katkılarından dolayı Basri, Musti, Dilan, Deniz, Songül ve Meltem Ahıska’ya teşekkürlerimi sunmak isterim. 2 Nilüfer Taşkın, 1980 doğumlu. Lisans eğitimini 2003’te Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde, yüksek lisans eğitimini 2011’de Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde tamamladı. 3 ‘Kimlik’ kavramını Meltem Ahıska’nın kavramsallaştırmasıyla kullanıyorum. Buna göre ‘kimlik’, benliğin bir temsilidir ve kişinin sosyal ihtiyaçlarına göre şekillenir, kurulur. Meltem Ahıska, Kimlik Kavramı Üstüne Fragmanlar, Defter, V. 27, Metis Yayıncılık, İstanbul. 1996, sf. 16

1

yarı kentli yarı köylü4 bir topluluğa dönüştüler. Çay tarımı ile birlikte toplumun diğer kesimleri ile kıyaslandığında ayrıcalıklı bir statüye sahip olduklarını gören Lazlar, devleti içselleştirerek pozitif olarak tanımlar oldular.5 Kaba bir neden-sonuç ilişkisi kuracak olursak, Lazlar açısından merkezi otoritenin bu şekilde tanımlanmasının asimilasyon politikalarının ulusa ve modern yaşam tarzına eklemlenmek için gerekli bir süreç olarak benimsenmesine ve sorunsuz olarak uygulanmasına neden olduğunu söyleyebiliriz.6 Bu yüzden Lazlar, özellikle göçle birlikte geldikleri büyük şehirlerde bavullarında getirdikleri dillerini ve kültürel değerlerini özel alana/eve kapatmayı doğal kabul ettiler. Başka bir deyişle, kentin “modern” olduğu varsayılan ve Türklükle doğrudan ilişkili kültürel değerleri ile kurulmuş kamusal alanında “göze batmadan” kayna(ş)mayı tercih ettiler. Öte yandan popüler kültürde yaygın olarak “bozuk” bir Türkçe ile konuşan, aklı kıt ya da fazla uyanık, titreye titreye horon oynayan, ağzından “uy da”, “uşağum” lafları düşmeyen Temel/Fadime tiplemesiyle temsil ediliyorlardı. Şüphesiz, Doğu Karadenizli herkesin “Laz” olarak tanımlanması7 bölgenin çokkültürlü yapısını kamufle eden bir örtü görevi görmüştür. Bu örtü Lazlar gibi Gürcülerin, Hemşinlilerin, Rumların kültürel farklılıklarını da (dil başta olmak üzere müzik, dans, mitoloji, yemek, semboller vs.) görünmez kılmış ve böylece Karadeniz’in tamamı Türk olarak tescil edilmiştir. Bununla birlikte Laz/Karadenizli üstbaşlığının bu bölge halklarını devlet şiddetinden göreceli olarak koruduğu da söylenebilir. Kamusal alandan ve egemen söylemden bu şekilde bir dışlanma Karadeniz halkları açısından temsiliyetle ilgili bir sıkıntıya neden olmuş olsa bile, çeşitli homurdanmaların ötesinde çok büyük bir krize yol açmadı; zira Türkiye’deki kimlik hiyerarşisindeki ayrıcalıklı yerleri düşünüldüğünde bu bedelin lafı bile olmazdı. Laz Kültür Hareketi ve “Çokkültürlülük” Söylemi 1990’ların sonundan itibaren, yakından izleme şansına sahip olduğum, kendine “Laz Kültür Hareketi” diyen İstanbul merkezli, görece küçük bir aydın topluluğu, homurdanmanın ötesine geçerek Laz kimliğini tarihsel ve kültürel bağlamıyla yeniden tanımlamak istediler. Bunun için sözlük çıkarmaktan dergi yayımlamaya, seminerler düzenlemeye, müzik yapmaya, dans etmeye uzanan pek çok faaliyette bulundular. Üstelik kültür, kimlik, etnisite konularında çalışan Kürt, Ermeni, Rum arkadaşlarına göre çok daha az bir devlet şiddeti ve baskısı ile karşılaştılar. Asıl baskı bu faaliyetlerin ayrılıkçı bir harekete dönüşeceğinden endişe eden Lazların kendisinden yani “halk”tan geliyordu.8 Dolayısıyla bu çabaların dar bir çevrede

4

Çayla geçinen ailelerin çoğu bugün büyük kentlerde ya da ilçe merkezlerinde yaşamaktadır. Ailenin kadın fertleri hasat mevsiminde (yaz ayları) memlekete gider ve geri gelirler. Böylece bu “part-time köylülük” hem köyle hem de kentle bağları kesilmemiş bir yaşam tarzına olanak vermektedir. 5 Chris M. Hann, Tea and the Domestication of the Turkish State, The Eothen Press, Cambridgeshire, England,1990, sf. 66 6 Melahat Bul, “Lazca ile Mücadele Kolu Başkanlığından Laz Kültürünün Araştırılmasına Uzanan Bir Yol: M. Recai Özgün“ Mjora, Sayı 1, Çiviyazıları, İstanbul, 2000 7 Bu, Osmanlıların Bizanslılardan miras aldıkları ve sonra da Cumhuriyet’le birlikte bugüne kadar gelen bir isim karmaşasıdır. Farklı kaynakların işaret ettiğine göre bu tanımlama Doğu Karadeniz’in kolonileştirildiği Helenistik dönemde orada yaşayan (Kolhida uygarlığının bileşenlerinden biri olan) Lazların adının bütün bölge ile özdeşleşmesiyle oluşmuştur. Michael E. Meeker, The Black Sea Turks: Some Aspects of Their Ethnic and Cultural Background, International Journal of Middle East Studies, Vol. 2, No. 4, Cambridge University Press, 1971, sf. 337 ; Chris M. Hann, 1990, sf. 5 8 Zuğaşi Berepe’nin kurucularından Memedali Barış Beşli anlatıyor: "Bizim Lazlarla ilk buluşmamız, 1993 yılıydı ve Pazar (Atina) orada bir şenlik yapılıyordu. Biz de daha tam grup olamamıştık aslında. Pazar şenliklerine gittik. Otobüsle gittik ve yol boyunca Kazımla sürekli acaba nasıl bir tepkiyle karşılaşacağız, acaba kurşunlanacak mıyız, ne olacak diye ciddi bir merakla gittik.” Asi Yürek Kazım Koyuncu http://www.yuksekovahaber.com/haber/asi-yurek-kazim-koyuncu--32743.htm

2

tüketilen marjinal bir aydın hareketi olarak kaldığı ve bir kitle hareketine dönüşmediği söylenebilir. Lazlar, Türkiye’de kültür, kimlik, etnisite gibi konular mevzubahis olduğunda farklı politik görüşlerden hemen herkesin tekrarladığı “Kürtler, Çerkezler, Ermeniler…” tekerlemesinin başkarakterlerinden biridir. Ama çoğu zaman cümlenin öznesi değil de nesnesi olarak geçerler. Buna mukabil, yukarıda sözünü ettiğim Laz Kültür Hareketi adı altındaki bu naif örgütlenmeyi, ulusun ‘renkli’ bileşenlerinden biri olarak gözüken Lazları ‘folklorik bir nesne’den tarihsel bir ‘özne’ hâline getirme çabası olarak okumak gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden örneğin İstiklal Caddesi’nde oynanan horonun, şehrin gürültüsünü yırtan tiz tulum sesinin, şimdiye dek kör olan kentin kamusal alanını dönüştürme, farklı kültürel kimliklere alan açma potansiyelinden ötürü önemli olduğu kanaatindeyim. Bununla beraber, kendi ötekileştirilmesine karşı çıkarken bir yandan da yeni hiyerarşik söylemlere kapı aralanması konusunda temkinli olmak gerektiğini düşünüyorum. Bu kültür hareketini oluşturan bileşenlerinin söylem ve pratiğinde farklılıklar olsa da üzerinde ortaklaştıkları noktalar genel olarak, ulus-devletin ülkenin çokkültürlü yapısını görmezden geldiği, tektipleştirmeye yönelik asimilasyon politikaları yürüttüğü, her halkın kendi kültürel değerlerini yeniden üretebilecek araçlara ulaşabilme hakkına sahip olması gerektiğiydi. Uzlaşılan bir diğer önemli nokta ise bu hareketin “kültür” ve “dil” konusuna yaptığı vurguydu. Ancak bu iki konu politik bir talebe dönüşmek yerine kişisel temenniler olarak öne çıkıyordu.9 (Lazca ölmesin, çocuklarımızla Lazca konuşalım vb.). Bu vurgulama, bilinçli ya da bilinç dışı olarak kendini Kürt politik hareketinden farklılaştırma, diğer bir deyişle marjinalleşmenin ve olası devlet şiddetinin önünü kesme çabası olarak da yorumlanabilir. Dünyada yaşanan konjonktürel değişimin bir parçası olarak Türkiye’de de, özellikle son on yılda, ulusun homojen olarak tanımlanmasının giderek meşruiyetini yitirdiği bir süreç yaşanıyor. Bu süreçte ulusu yeniden tanımlamaya yönelik olarak “mozaik”, “alt-kültür” vb. kavramsallaştırmalarla yeni çokkültürlülük söyleminin dili oluşturulmaya çalışılıyor. Laz aydınlarının taleplerini bu sürece eşlik eden Kürt siyasal hareketinin oluşturduğu düşünsel ortamla birlikte değerlendirmek gerekir. Ancak belki de Laz kimliğinin temsilinde ciddi bir dönüşüm yaşanmasındaki en belirleyici rol, var olan kimlikleri bir tüketim nesnesine dönüştürerek sisteme entegre etme çabaları ile piyasanın oldu. Elbette tüm bu dinamikleri birbiri ile ilişkili olarak ve bir tarihsellik içerisinde düşünmekte fayda var. Tarihsel Bir Aktör: Kazım Koyuncu Tüm bu etkenlerin arasında Kazım Koyuncu, Laz kimliğini özel alandan kamusal alana taşıyan önemli bir tarihsel aktör olarak karşımıza çıktı. Koyuncu, zaten 90’ların başından itibaren politik müzik çevrelerinde tanınan bir müzisyendi. Grup Dinmeyen’in bir üyesi olarak Sisler Bulvarı’nı (1992), ilk Lazca rock grubu Zuğaşi Berepe’yle beraber de Va Mişkunan (1993) ve İgzas (1998) adlı albümleri çıkarmıştı. Fakat Koyuncu’nun bir fenomene dönüşmesi müzikal kariyerine tek başına devam ettiği dönemde10 (özellikle Gülbeyaz adlı televizyon dizisi aracılığıyla geniş kitlelerce tanınınca) gerçekleşti. Koyuncu’nun aurası11, 9

Son günlerde birkaç STK’nın telaffuz ettiği anayasal taleplerin bu genel eğilimi değiştirip değiştirmeyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. “Laz ve Çerkezler dil birliği yaptı!” Habertürk, 14 Şubat 2012 10 Metropol Müzik’ten çıkan Salkım Söğüt 2 albümüyle başlayan ve Viya (2001), Hayde (2004) albümleri ile devam eden süreç. 11 Tanıl Bora, “kamusal yârenlik” ifadesiyle Kazım Koyuncu’nun aurasının nereden kaynaklandığını çok güzel anlatıyor: “Kazım Koyuncu’nun şarkı-türkü söyleyişindeki gönüldenlik, haykırışındaki, sahne tavrındaki neşe… Öfkesini dile getirirken, kendi kendini coşturmadan, sesinin gaz pedalına basmadan, bunlardan çok daha ağır ve sahici, yüreğindeki burkulmayı hissettirişi… Şiirli konuşurken, fiyakalı sözler sıralarken, epik bir havaya girdiğinde bile, bunları asla teatral kılmayan yârenlik havasından uzaklaşmayışı… Evet, sözünde sohbetinde,

3

sahnedeki performansları ile birleşince kısa sürede farklı kesimlerden bir hayran kitlesi oluştu. Koyuncu, Lazların, Karadenizlilerin ilgisini ise daha çok ülke çapında üne kavuştuktan sonra çekebildi. Nedim Karakayalı, her popüler müzik türünün birbirinin tekrarı salt bir standardizasyondan fazlası olduğunu söyler. Karakayalı her popüler müzik tarzının belli bir aşinalıkla birlikte bir farklılık, otantisite iddiasında olduğunu söylüyor.12 Ayhan Erol da her müzikal tarzın eskinin inkârı ile birlikte başka bir eskinin yeniden çağrılarak yeni bir tarz yaratıldığını iddia ediyor.13 Kazım Koyuncu’nun yaptığı müzik popüler olarak bilinen “Karadeniz Müziği”nin bir inkârı olarak da okunabilir. Bu müzik ne TRT’nin bağlama merkezli yorumuna14 benziyordu ne de en tipik örneğini İsmail Türüt’te gördüğümüz arabesk/taverna formlarıyla işlenmiş popüler Karadeniz müzik icralarına. Koyuncu’nun müziği hem Batı enstrümanları sayesinde genel dinleyici için bir aşinalık barındırıyor hem de tulum, kemençe gibi yerel enstrümanlara yer vermesiyle bir farklılık, orijinallik taşıyordu. Belki de Karadenizli, Laz olmayan dinleyiciye bu yeni müziği tanıtan, sevdiren bu melezlikti. Bu albümler ve performanslar Kazım Koyuncu’nun Zuğaşi Berepe sürecinden oldukça farklıydı. Zuğaşi Berepe’nin albümlerindeki bestelerde devrim, isyan, kültür, dil, sosyal eşitsizlik vs. gibi temalar işlenirken sonraki süreçte neredeyse sadece aşk temasının olduğu geleneksel şarkılarla özdeşleşmişti Kazım Koyuncu. Üstelik bu defa ağırlıklı olarak Türkçe olmak üzere Karadeniz’de konuşulan diğer dillerde de şarkılar söyleniyordu. Böylece “Lazlar için bir şey istiyorsam namerdim” demeye gelecek şekilde Lazlar’a atfedilebilecek politik açılımlar savuşturulmuş oluyordu. Bu iki süreci birbiriyle kıyasladığımızda denilebilir ki Lazlar, Zuğaşi Berepe ile “farklılıkları”, Kazım Koyuncu ile birlikte ise “benzerlikleri” ile ön plana çıkıyordu. Doğrusu, sonradan “Karadeniz müziği” olarak kategorilendirilen “Laz müziği” ve Kazım Koyuncu hem piyasa için hem de ulus-devletin yeni yeni adapte olmaya çalıştığı “çokkültürlülük” söylemi için biçilmiş kaftandı. Çünkü bir yandan müzik piyasası için taze kan üretilirken bir yandan da herhangi bir politik talep oluşturmayan bir etnik kimlik modeli inşa ediliyordu. Diğer bir deyişle, Lazların görünür olma arzuları piyasanın ihtiyaçlarına uygun olarak evrildi ve bunun sonucunda apolitize edildi. Bu müzikal tarz, tam da Adorno’nun tanımladığı şekilde tipik bir popüler müzikti; “bedene yönelen” (horon) ve “duygulandıran” müzik.15 Otantisite/orijinallik ve popüler müzik tartışmaları açısından Koyuncu’nun müziğine dair söylenebilecek belki de en önemli iki şey, Koyuncu’nun özel alanın dili olan Lazcayı kamusal bir alana taşıması ve küçümsenen “yerel” değerlerle bir kent müziği icra etmesiydi ki bu özellikle ikinci kuşak Laz göçmenlerinin kimlik tasavvurlarını altüst etmeye yetti. Sonuç olarak farklılığı kabul edilen, hatta yüceltilen, tüketimi mümkün kılarak piyasaya eklemlenebilen, politik olarak da ulus-devletin sınırlarını zorlamayan bir Lazlık ortaya çıktı. Her ne kadar Kazım Koyuncu sıkça ‘devrimci’ bir müzisyen olarak anılsa da kitlesel olarak öne çıkartılan, onun kimlik politikalarına karşı söylemleri değil16 HES karşıtı çevreci neredeyse kamusallaşmış bir yârenlik havası; bilhassa Mehmedali Beşli’yle sohbetlerinde, insana sanki böyle böyle söyleşmekle, tam bu tonda, bu makamda konuşmakla dünyanın bütün meseleleri çözülebilir hissi veren…” Tanıl Bora, “Ümit Kıvanç'ın Kazım Koyuncu Belgeseli - Şarkılarla Geçtim Aranızdan: Bir Kıt Kaynak Olarak Samimiyet”, Birikim, Sayı 227, Mart, Istanbul, 2008, sf. 97 12 Nedim Karakayalı, “Doğarken Ölen: Hafif Müzik Ortamında Ciddi Bir Proje Olarak Orhan Gencebay”, Toplum ve Bilim, Sayı 67, 1995, sf. 142-143 13 Ayhan Erol, Popüler Müzikte Otantisite, Toplum ve Bilim, Sayı 106, 2006, sf. 197 14 Martin Stokes, Place, Exchange and Meaning: Black Sea Musicians in the West of Ireland, in Ethnicity Identity and Music: the Musical Construction of Place, Oxford, Berg, 1994, sf. 107 15 Theodor Adorno “Essays On Popular Music”, Studies in Philosophy and Social Science, Institute of Social Research, New York, 1941, sf. 460 16 Koyuncu’nun Kaldıraç dergisi röportajı pek çok röportajı arasında kimlik meselesine dair konuştuğuna rastladığım tek röportaj.

4

söylemi ve hümanist kişiliği oluyordu. Zaten Koyuncu, Laz kimliği ile olan ilişkisinin de Zuğaşi Berepe’nin kurucularından, Laz bir aktivist olan Mehmedali Barış Beşli ile birlikte şekillendiğini, kendisinin ‘işin içine girdikten sonra’ Laz kimliği ile ilgili bir bilinç ve farkındalık geliştirdiğini söylüyordu.17 Koyuncu’nun öne çıkartılan özellikleri daha çok milliyetçi-muhafazakâr kesimin de tüketebileceği özelliklerdi. Örneğin Trabzonsporlu olması, yerelliği müziğin yanında futbol üzerinden de kurması Koyuncu’ya hem bir otantisite atfediyordu hem de onu futbolun ilintili olduğu milliyetçilik, erkek kültürü gibi kavramlarla ana akım söyleme eklemleyebiliyordu.18 Buna mukabil, Koyuncu’nun anti-militarist duruşu daha kuytuda bırakılan bir söylemiydi. Benzer şekilde, sıkça gittiği konserler sayesinde Kürt coğrafyasındaki popülerliği, küçük muhalif bir çevre dışında, Koyuncu’nun arka planda kalan özelliklerinden oldu. Tüm bunları değerlendirdiğimizde kültür endüstrisinin bir ürünü olarak Kazım Koyuncu’nun dönüştürücü bir etkisi olduğu muhakkak. Ama öte yandan, Adorno’nun durduğu yerden bakarsak, Koyuncu’nun müziğinin ve anlam dünyasının kapitalist toplumun ve ulus-devletin işleyişinin devam etmesine yönelik olarak şekillendirildiğini de görmek gerek diye düşünüyorum. Karadeniz Rock ve Dönüş(emey)en Laz Kimliği Kazım Koyuncu, genç yaştaki trajik ölümünün de etkisiyle, birbiriyle uzlaşamaz gibi görünen farklı kesimler (Lazlar, Kürtler, Solcular, Milliyetçiler) tarafından benimsendi ve bir efsaneye dönüştü. Müziği ile birlikte duruşu, bakışı, giyimi kuşamı, politik söylemi bir genre hâline geldi. Ardından gelen müzisyenler Koyuncu’nun müzikal repertuarında çok küçük değişiklikler yaparak onun sadık takipçisi oldular19 ve bu genre, çok kısa sürede kendine bir isim de buldu: “Karadeniz Rock”. Bu genre’ın takipçilerinde müzikal olduğu kadar politik söylemler açısından da bir benzerlik olduğu söylenebilir. Zira hemen her çevreci eylemde bir Karadeniz Rock grubunu görmek mümkün bugün. Bu müzik gruplarının ve onların müziğini tüketenlerin, HES karşıtı söylemleriyle kıyaslandığında kimlik politikaları bakımından oldukça sessiz oldukları görülebilir. Eğer merkezi otoritenin sürdürülebilir yaşam koşullarını ortadan kaldıracak enerji türlerini devreye sokmaya çalışmasını yaşam alanımıza bir müdahale biçimi olarak anlıyorsak, aynı otoritenin hangi dili konuşacağımıza, hangi müzik aletiyle şarkı söyleyeceğimize, nasıl dans edeceğimize müdahale ettiğini de hatırlamak gerektiğine inanıyorum. Gelecek neyi gösterir bilinmez ama “Karadenizlilik” bağlamında bugün bu ikisi birbirinden ayrışabilir ve hatta birbiriyle çelişebilir olabiliyor.20 17

“Şimdi Lazca yapmaya başladığımız zaman işin açıkçası ben çok fazla neden Lazca yapıyoruz diye bir şey düşünmemiştim. Bunun esas muhatabı Mehmedali Barış Beşli’dir. Onun birçok düşünceleri vardı. Ben hatta ilk başlarken çok da işin Lazlık boyutuyla çok fazla alakadar olduğumu hatırlamıyorum. Bir dönem hani ben bu adama yardımcı oldum nede olsa hemşo memleketli niyetiyle yan yana durduk arkadaşlık bağlamında. Ben sonra sözde gidecektim yani bırakacaktım fakat işin içine girince biraz heyecan kapladı. Lazcayı, Lazlığı memleketi şarkılar söylerken keşfetmeye başladığımı söyleyebilirim.” Kazım Koyuncu ile röportaj, Umut Radyo, Pazar(Rize). 3 Şubat 2004 (Tarih kesin değil.) 18 Kazım Koyuncu’nun futbolu, Trabzonsporluluğu nasıl benimsediği ve yorumladığından bağımsız olarak bu kavramlarla ilişkilendirilmesinden bahsediyorum. 19 Murat Meriç, Koyuncu’dan sonra gelen müzisyenlerin neredeyse tamamının Kazım Koyuncu’yu tekrarlamaktan ibaret kaldığını söylüyor. Karadeniz’de rock çağı”, Evim Kepenek, 12 Ekim 2006, Taraf 20 Karadeniz bağlamında ekolojik hareketler ve kimlik başlıbaşına ayrı bir yazının konusu olabilecek niteliktedir. Fakat burada iki anekdotu aktarmayı yerinde buluyorum. HES karşıtı çevreci bir hareket olarak bilinen “Karadeniz İsyandadır Platformu”nun ilk toplantılarında yapılacak eylemlerde (2010) Türkçenin yanında Lazca, Gürcüce, Hemşince, Rumca dövizlerin de taşınıp taşınmaması gerektiği tartışıldı. Sonuç olarak ilk eylemde halkın “hassasiyetleri...


Similar Free PDFs