[Tahlil] - Fikret Çetin - Bu Âyetler ya Hadis Olsaydı Caner Bey? PDF

Title [Tahlil] - Fikret Çetin - Bu Âyetler ya Hadis Olsaydı Caner Bey?
Author Sahn-ı Semân
Pages 15
File Size 1.3 MB
File Type PDF
Total Downloads 250
Total Views 464

Summary

[TAHLİL] Bu Âyetler ya Hadis Olsaydı Caner Bey? Fikret Çetin [Tahlil Hakkında] Sayı 16 Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tahlil] dosyasında yayınlıyoruz. Hafta 18 Bin dört yüz seneden beri Kur’an üzerinde ömür tüketmiş bunca müfessir, Arap dili uzmanı, F...


Description

Accelerat ing t he world's research.

[Tahlil] - Fikret Çetin - Bu Âyetler ya Hadis Olsaydı Caner Bey? Sahn-ı Semân

Related papers

Download a PDF Pack of t he best relat ed papers 

Muhammed Gazali'nin Nebevi Sünnet Anlayışı Samet Onur

NASİRUDDİN EL-ELBANÎ’NİN SİLSİLET Ü’L-EHADİSİD-DAÎFE VE’L-MEVDÛA İSİMLİ ESERİNDE MET İN T ENKİ… Nuran Sarıcı Siz AllAh'A dininizi mi öğret iyorSunuz? hucur At SureSi 16 Berk GÖKÇEN

[TAHLİL]

Bu Âyetler ya Hadis Olsaydı Caner Bey? Fikret Çetin

[Tahlil Hakkında]

Sayı 16

Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tahlil] dosyasında yayınlıyoruz.

Hafta 18

Bin dört yüz seneden beri Kur’an üzerinde ömür tüketmiş bunca müfessir, Arap dili uzmanı, Fakih her defasında hata yapar da sen nasıl hiçbir zaman hata yapmazsın? Hiç hata yapmamayı nasıl başarıyorsun, bunun formülünü bize açıklar mısın? FİKRET ÇETİN

FOTOĞRAF: © RIHLE UZAKTAN EĞİTİM MERKEZİ

Sayfa I | [Tahlil] Sayı: XVI, Hafta: XVIII | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

İçindekiler Sahn-ı Semân İslamî İlimler Eğitim ve Araştırma Merkezi Eyüp Sultan Bulvarı N0:119 +90 212 613 1805 Eyüp - İstanbul

İçindekiler.......................................................................................................................................................I Tipik Bir Kur’ancı Zihnin Kod Çözümü ................................................................................................ II “Eşek şeytan gördüğünde anırır.” .......................................................................................................... V Hadis İlmi Açısından ................................................................................................................................VI Kelamî ve Felsefî .................................................................................................................................... VII İlm-i Mantık Açısından ......................................................................................................................... VIII Arapça ve Usûl-u Fıkıh Açısından..................................................................................................... VIII Te’vil ve Tefsir Açısından ........................................................................................................................IX

10 Ağustos 2016 Bu yazı; Fikret Çetin hocanın 2016’da Sahn-ı Semân Blog için kaleme almış olduğu yazıdır. Bu yazı, daha önce yayınladığımız “Siz gerçekleri 1400 yıl sonra keşfedilen bir hak din görmediniz mi?” başlıklı yazıya “cevap” veren Caner Taslaman’a, cevap mahiyetinde Fikret Çetin hoca kaleme aldı.

Ne dersiniz Caner Bey, imtihanda hoca âyetlerin altında hadis; hadislerin altına da âyet yazsaydı ne yapardınız?

Hiç düşündünüz mü?

Sayfa II | [Tahlil] Sayı: XVI, Hafta: XVIII | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

Tipik Bir Kur’ancı Zihnin Kod Çözümü Bir üniversite hocası talebelerini imtihan etmiş ve aynı konu hakkında Gazzâlî ve İbni Teymiyye’den alıntıladığı iki pasajı değerlendirmelerini istemiş. Selefîliğin yaygın olduğu bir coğrafyada gerçekleşen bu imtihanda, öğrenciler İbni Teymiyye’nin görüşlerinin ne kadar da isâbetli olduğunu uzun uzun yazarlarken Gazzâlî’nin hatalarını da tek tek sıralamışlar. Ne ki neticeler açıklandığında öğrenciler tam bir hayal kırıklığına uğramış. Hoca durumu izah etmiş: “İbni Teymiyye’nin zannederek ne kadar doğru olduğunu uzun uzadıya anlattığınız sözler gerçekte Gazzâlî’ye aitti. Hatalarını bir bir saydığınız kişi ise aslında İbni Teymiyye idi. İsimleri yer değiştirmiştim.” Bir arkadaşımın anlattığı bu ibretamiz hâdise, genel bir insanî ârızayı en yalın hâliyle gözler önüne sermesi bakımından şâyân-ı dikkattir. İnsanlar ne söylendiğinden ziyâde kimin söylediğine bakarlar. Sözün ne dediği nasıl dendiğinin ardında kalıverir çok kere… Çokluk öze bakmaktansa kabukla meşgûl olur. Nitekim markalar, etiketler kaliteden bîhaber genel halk kitlesi içindir. İşi bilen adamlarsa markayla değil malın kendisiyle ilgilenir. Pazarda durum bu olduğu gibi, ikir ve inanç dünyasında da vaziyet bundan farklı değildir. Zira düşünmeyi becerebilmek büyük nisbette doğuştan gelen bir kâbiliyet değil, tâlim ve terbiye ile ele geçen bir mahârettir ki; bu yüzden külfetli ve zahmetli ve yine bu yüzden biraz sıkıcı ve sevimsiz ve yine bu yüzden pek az kişinin yapmayı tercih ettiği bir uğraştır. Terbiye derken zihnin terbiyesinden bahsediyorum. İlm-i mantıktan ve biraz da matematikten… Eskilerin ilm-i riyâziyye ismiyle karşıladığı matematik ilminin Arapçada evcilleştirmek, terbiye etmek mânâsındaki riyâda kökünden gelmesi boşuna değil. Fizikten metaizik düşünceye intikâl edebilmek için iki ilmin arasında tahsil edilen matematik bir zihin terbiyesinden ibâretti. Madde ve sûrette ve dahi madde ve sûretle düşünmeye alışmış insan zihninin maddesiz ve sûretsiz düşünebilme istidâdı kazanması için matematik ona maddesiz sûretlerde düşünmeyi öğretirdi. İlimlerin tasniine dâir tasavvurumuz zâil olalı beri hangi ilmin niçin tahsil edildiğini de bilemez olduk ya; ayrı bir yazı konusu… Tekrar konumuza dönelim. Dedik ki düşünebilme becerisi çok kere doğuştan gelen bir kâbiliyet değil, büyük nisbette çalışarak elde edilen zor bir zenaattır. Bu sebeple insanlar çoğu kez bilerek inanmaktansa inanarak bilme yolunu tercih ederler. Doğru, onlar doğru olduğunu düşündükleri için doğrudur; gerçekten düşünüp de doğruyu bulduklarından ötürü değil… Bu, herhangi bir coğrafya veya zamana has bir durum değil, tarih boyunca bütün insan topluluklarının umumî ve müşterek bir vasfıdır. Bizim ülkemizde bu ârızayla en fazla malûl zihniyetlerden birisi Kur’ancılar/Mealciler nâmıyla maruf tâifedir. Bilerek inanmaktansa inanarak bilme zaafının en bâriz sûrette kendisini açığa vurduğu akımlardan birisi budur desek sanırım haksızlık etmiş olmayız. Nitekim bu zaafın bir tezâhürü olarak, onlar sünneti bir hurâfeler yumağı şeklinde görürlerken; Kur’an âyetlerinde hiçbir probleme rastlamazlar. Hadis kitapları aklın kabul etmeyeceği bir sürü zırvadan geçilmezken, onlara göre Kur’an’daki her şey mantıklı, bilimsel ve nettir. Ne ki, onların hadiste bunca problem bulmalarının asıl sebebi, o metnin hadis olduğuna dair ön bilgileri olduğu gibi âyetlerde hiçbir problem gör(e)memelerinin sebebi de okudukları metnin âyet olduğuna dâir inançlarıdır. Açıkça söylemek gerekirse orta seviye bir ateistin bu Kur’ancı/Mealci arkadaşlardan daha tutarlı olduğu kanaatindeyim. Nisbeten daha hür düşünebildikleri için, onların her dâim hadislerde buldukları problemlerin mâhiyet itibarıyla aynılarını Kur’an’da da bulurlar. Fakat Kur’ancı kardeşlerimiz burhan ehli olmayıp taassup ve dogma ehli olduklarından dolayı, hadislere baktıkları eleştirel gözle âyetlere bakamazlar; sünnette icra ettikleri

Sayfa III | [Tahlil] Sayı: XVI, Hafta: XVIII | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

Tipik Bir Kur’ancı Zihnin Kod Çözümü hür düşünme ameliyesini Kur’an’a tatbik etmeye bir türlü cesaret edemezler. Yapamazlar zira ne bu sıkleti çekecek terâzileri, ne de bu yükün altından kalkabilecekleri donanım ve özgüvenleri vardır. Şayet tutunabildikleri son dal da -maazallah- koparsa İslam’la olan bağları kopmuş olacaktır. Fakat bu kardeşlerimiz İslam’a inanmayı istemekte ve Kur’an’dan kopmayı istememektedir. İşte bu tâifeyi İslam’a bağlayan psikolojik durum böyle bir şeydir. Evet, bu durum psikolojiktir; zira doğru olduğu için inandıkları bir Kur’an’dan ziyâde inanmak istedikleri için doğru buldukları bir Kur’an vardır önlerinde… Yânî imanlarının sâiki ilim değil irâdedir. Kezâ uydurma olduğunu bildikleri için değil, fakat uydurma olduğuna inandıkları/inandırıldıkları, öyle olmasını istedikleri için kabul etmeye yanaşmadıkları hadisler vardır karşılarında… Bu akımın malûl olduğu marazlardan âzâde olan Müslümanlar için ise durum farklıdır. İşin aslına nüfûz edebilmeyi mümkün kılacak yetkinliğe, dürüstlüğe, cesârete ve de ikir nâmusuna sahip ulemâmız, hadislerde problem teşkil eden, çatışıyor gibi görünen malzemeye dâir Müşkilu’l-Hadis unvanı altında geniş bir literatür vücûda getirmekle kalmamışlar; aynı durumun Kur’an için de geçerli olduğunu görmelerine mâni olacak komplekslere sahip olmadıkları için, vâkıa ile telif edilmesi güç gibi duran veyâhut birbiriyle çatışıyor gibi görünen âyetleri de “Müşkilu’l-Kur’an” başlığı altında birçok hacimli eserde enine boyuna masaya yatırmışlardır. Âyet ve hadislerdeki güç meseleleri ele alan bu “Müşkil” literatürünün en kadim ve en kapsamlı örneklerinden birisi, hicrî üçüncü asırda yani günümüzden yaklaşık 1200 sene önce yaşamış meşhur Hanefî fakihi İmam Tahavî’nin onaltı ciltte matbu Şerhu Müşkili’l-Âsâr’ıdır. Takdir edileceği üzere nusûs-u diniyyede mevcut olan müşkiller“Kur’ancılar”ın sözüm ona yeni keşfettikleri bir mesele olmayıp ümmetin daha en başından beri farkında olduğu bir husustur. Her Kur’ancı gibi Caner Taslaman için de durum yukarıda anlattığımızdan farksızdır. Ona göre de Kur’an hiçbir işkâl barındırmazken, hadisler problemden geçilmemektedir. Hâlbuki hadislerde işlettiği mantığı âyetlere de icrâ etme cesâretine ve tutarlılığına sahip olsa, aynı türden yüzlerce problemle yüz yüze gelmesi işten bile olmayacaktır. Ama o böyle yapmamakta, bir hadise uydurma damgasını vurmak için yeterli gördüğü sebebin aynısına herhangi bir Kur’an âyetinde rastladığında, inanmışlık psikolojisinin tetiklediği dogmatik relekslerle en olmadık tevillerden medet ummaya varıncaya kadar her türlü kurtarma operasyonuna mürâcaat etmektedir. Hadisleri fütursuzca harcamak adına en ince noktaları bile büyük bir ustalıkla problematize ederken, sıra post modern zihninin algılamak ve kabullenmekte güçlük çektiği âyetleri kurtarmaya gelince -tâbir câizse- bin bir takla atmaktadır. Buna dâir örnekleri yazının ilerleyen bölümlerinde zikredeceğiz inşallah. Geçenlerde de ifâde etmiştim: Taslaman’ın hadis ve fıkha sataşma releksleriyle, yeni yetme bir ateistin Kur’an’a saldırma releksleri aynı damarlardan besleniyor. Evet, kendisini hadisleri inkâr etmeye iten sebep ekseriya onlara “uydurma olması lâzım” nazarıyla bakması olduğu gibi benzer problemleri âyetlerde bir türlü görmemesi de “âyetler doğru olmalı” önyargısından kaynaklanıyor. Taslaman’ın hadisler hakkında benimsemiş olduğu bu ön yargılı tavrı Kur’an hakkında da benimseyebilen bir ateist ise onun hadislerde gördüğü problemleri bu defa âyetlerde bulabiliyor. İsterseniz şimdi Taslaman’ın hadisleri kabul etmemek için yeterli gördüğü sebepleri tespit ederek bu hususta nasıl bir zihin yapısına sahip olduğunu görmeye çalışalım ve önce bu mevzuda bize cevap verme sadedinde kaleme aldığı bazı pasajlara bir göz atalım:

Sayfa IV | [Tahlil] Sayı: XVI, Hafta: XVIII | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

Tipik Bir Kur’ancı Zihnin Kod Çözümü “Benim hadislerle ilgili eleştirelerimde hep somut örnekler vermeme karşı, aklı sıra bana akıl verenler somut hiçbir örnek vermiyorlar, neye karşı çıktıklarını açıkça anlatmıyorlar. Bu yüzdendir ki “slogan atıyorlar” diyorum. Benim neyi ne kadar bilip bilmediğimi kendimi değerlendirme makamında görenler, neyin usulunu ne kadar bilip bilmediğimi sorguluyorlar da usulun nesindeymiş hata hangi kullandığım hadiste hata var bir türlü ortaya koymayı beceremiyorlar. Bunca programda bu kadar somut örnek verdim, beni can kulağıyla dinleyip de eleştirecek nokta arayan aklıevellerden ve “çok usul bilenlerden”, hiç bugüne kadar “Caner Taslaman şu şu sözleri hadis sanıyor ama bunlar hadis değil” veya “O hadisin anlamı o değil” veya “Hadis usulundeki şu noktaya göre bu böyle söylenmez” diyebileni gördünüz mü? Eğer diyebilselerdi, bu çok bilmişler, ufacık bir açıkta ortaya zıplamaya meraklı bu tipler, bunu kullanırlardı merak etmeyin. Hala da geç kalmış değilsiniz, bütün videolarım ortada yüzlerce somut örnek verdim, haydi 3 tane somut yanlış ortaya koyun da anlayalım neymiş.” Caner Taslaman (İmla ve gramer hataları bize ait değildir.) Gördüğünüz gibi bugüne dek Hadis sahasında bu kadar uzun boylu konuşmasına rağmen, kendisine bir türlü cevap verilemiyormuş… Aklıevvellerden, çok usûl bilenlerden bugüne kadar “Taslaman bunlara hadis diyor ama bunlar hadis değil”, “o hadisin anlamı o değil”, “hadis usûlündeki şu noktaya göre böyle söylenmez” diyebilen hiç çıkmamış! Diyebilen olsaymış zâten şimdiye çıkarmış! Üç tane somut yanlışını ortaya koyamazlarmış… İtiraf etmek zorundayım ki, Taslaman’ın hadislerle alâkalı sözlerine cevap verebilmek bizim açımızdan gerçekten zor bir mâhiyet arz ediyor. Bu zorluk cevap verilmesi çok güç problemler ortaya atmasından kaynaklanıyor sanmayın. Şu ana kadar böyle bir durumla karşılaşmadığımı da gönül rahatlığı ile itiraf edebilirim. Ancak meseleyi bizim için oldukça zor hâle getiren şey onun hadis ilminde ‘a,b,c’ mesâbesindeki ön bilgilerden bile henüz habersiz olması. Üzülerek söyleyeyim ki bu sözüm bir tahkiri değil; bir tasvir ve tespiti ifâde ediyor. Dolayısıyla cevap vermeye nerden başlamalı sorusu karşısında şahsen bir hayret hâli tecrübe ettiğimi söylemek zorundayım. Acaba en baştan alarak “Yeni başlayanlar için hadis usûlü” tarzında basitleştirilmiş bir mukaddime ile bu makâleyi okunabilir olma vasfından mı çıkarmalı? Ya da merak eder belki araştırır diyerek bir ilâhiyat talebesinin bile bilmesi me’mul hususlar mâlum mu kabul edilmeli? Karar vermek güç… Daha sonra kabul etmediği hadislerden birkaç tânesini zikrediyor ve kendisine cevap verilmesi için meydan okuyor: “Somut örnek vereyim, nasıl bir itiraz beklediğimi söyleyeyim: “Canlılar dünyasıyla ilgili eleştirdiğim hadislerden örnekler: Eşek şeytan gördüğünde anırır. (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi) Çekirge balığın hapşırığından oluşmuştur. (Tirmizi, İbn Mace) Maymunlar zina ettiğinde diğer maymunlar recm cezası uyguladı. ( Buhari) Madem benden iyi hadis veya usul bildiğinizi savunuyorsunuz, bildiğiniz hadis ve usul ilimleriyle bu hadisleri kurtarın. Mesela deyin ki “Böyle bir hadis yok, sen uydurdun.” Hadis konusunda çok bilgilisiniz ya, “Eğer usûldeki şu konuyu bilseydin bunu böyle söylemezdin” Veya “Oradaki balıktan-eşekten kasıt aslında şudur” deyin. Cerh-tadile atıf yapın da kıvırtmayı deneyin…”. Caner Taslaman

Sayfa V | [Tahlil] Sayı: XVI, Hafta: XVIII | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

“Eşek şeytan gördüğünde anırır.” Hadisin neresinde bir problem bulduğuna işâret etmemiş olsa da tipik bir Kur’ancı/Mealci zihninin bu hadise nasıl itirazlar getirebileceğini tahmin etmek zor değil: “Eşeğin anırması ile şeytan görmenin ne alâkası var?” Veya “şeytana insanı saptırmaktan başka bir vazife biçen bu hadis Kur’an’a aykırı…” Veya “bunun ne faydası var?” Ya da “Efendimiz bunun için mi gönderildi?!” Öncelikle işâret edelim ki hadisin mânâsının eksik veya yanlış anlaşılmasına sebebiyet verecek şekilde yalnız bir kısmını nakletmek hadis ilmi açısından bir tahrif örneğidir. Üstelik bu sözün, hadisi inkâr etme siyâkında söylendiği ve sadece işe yarayacak belli kısmı aktarılarak metnin daha garip ve çarpıcı hâle getirildiği dikkate alınırsa bunun muhatap kitlenin algısını yönetme amacına matuf bir hareket olduğu gözlerden kaçmayacaktır. Nitekim Taslaman’ı takip eden kitlenin önemli bir kısmının hadise derhal uydurma damgası vurmak için tetikte bekler bir ruh hâli içerisinde bulunan hayranlardan oluştuğu hatırda tutulursa, rivâyeti bu şekilde yarım nakletmenin ne derece sübjektif ve operasyonel bir tavır olduğu daha iyi anlaşılır. Hadisin bu cümleden ibâret olduğunu zannetmesi kuvvetle muhtemel genel okuyucu kitlesi, “Peygamber eşeğin ne sebeple anırdığını durduk yere niye bildirsin ki” veya “bunun bize ne faydası var ki” tarzındaki sığ itirazlarla bu rivâyeti reddetmek için yeterli bir sebep bulduğu zehabına kapılabilir. Objektif bir bilim adamı sözü mümkün olduğu ölçüde bütün tarafsızlığıyla aktarmakla mükelleftir. Sözü, kendi istediği mecrada algılanması adına önünden arkasından keserek sunmak ilim adamlarının değil maksatlı gazetecilerin mâhir olduğu bir tekniktir. Bu onun şartlanmış ruh hâlinin bir tezahürü ve yanlışların ilki… Madem sordun söyleyelim Caner Bey: Eğer hadis usûlünü bilseydin, gazetecilerin kullandığı algı yönetimi gibi medya tekniklerine tevessül etmek yerine bir hadisin hangi şartlarda parça hâlinde nakledilmesinin câiz olduğunu, hangi şartlarda câiz olmadığını öğrenir belki bir ilim adamının takınması gereken objektif tavrı takınabilirdin. Hadisin tam metnini okumakla sadece yukarıdaki kısmı okumanın aynı etkiyi yapıp yapmadığını tecrübe etmekse size kalmış: Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’tan: Rasulullah şöyle buyurdu:

“Geceleyin horozun ötüşünü duyarsanız Allah’ın fazlı kereminden isteyin; zira o bir melek görmüştür. Geceleyin eşeğin anırmasını işitirseniz Allah’a sığının; zira o bir şeytan görmüştür.” (Müsned-i Ahmed, 8064; el-Buhâri, 3303; Müslim, 2729; Ebu Dâvud, 5102; et-Tirmizî, 3459; en-Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 10714, 11327; el-Buhâri, elEdebu’l-Müfred, 1236; Ebu Ya’lâ, el-Müsned, 6254, 6296; Sahih-i İbni Hibban, 1005; Musannef-i İbni Ebî Şeybe, 29805)

İkinci olarak, rivâyetin metnindeki eşek kelimesini görünce hadisin canlılar dünyasıyla alâkalı olduğunu

söylemek başka bir yanlış. Zira hadis “şeytan görmek” gibi gayb âlemine dâir bir olgudan bahsediyor. Dolayısıyla bu hadisin zooloji ile bir alâkası bulunmadığı gibi insanî tecrübe alanını aştığı için pozitif bilimlerle uyuşan veya çatışan bir haber olma vasfını ise baştan taşımıyor. Şimdi Caner Taslaman’ın hadisi kabul etmemesinin muhtemel gerekçelerini Hadis, Arap dili, Usûl-u Fıkıh, Mantık, Kelam, Felsefe ve Tefsir/Tevil ilmi çerçevesinde değerlendirelim ve gerçekten bu hadisi reddetmek için

Sayfa VI | [Tahlil] Sayı: XVI, Hafta: XVIII | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

Hadis İlmi Açısından Kısa bir mukaddime ile başlamak yerinde olacaktır. Bir hadis iki kısımdan oluşur: Sened ve metin. Herhangi bir rivâyetin sahih olabilmesi için bu iki kısmın da sahih olma şartlarını haiz olması gerekir. Hadis ilmini bilmeyen cühelâ takımının dillendirdiklerinin aksine bir rivâyetin senedinin sahih olması o rivâyetin âlimler nezdinde sahih ve makbul olması için yeterli değildir. Dolayısıyla “muhaddisler metin tenkidi yapmamışlardır” şeklindeki dedikodunun ifâde ettiği bir hakikat varsa o da söz sahibinin hadis ilmindeki cehâletidir. Senedin kendisine has kimi makbuliyet şartları olduğu gibi metnin de kendisine ait makbuliyet şartları vardır. Senedin mesela muttasıl vasfını taşımıyor olması rivâyeti sahih olmaktan çıkarmaya yeterken; metinde akla, vâkıaya veya Kur’an’a aslâ uymayan bir hükmün var olması gibi bir durumda da rivâyet sahih ve makbul olmaktan çıkacaktır. Problemin esas düğümlendiği nokta ise akla ve Kur’an’a aykırı olmak ile hevâyı hevese aykırı olmanın ayrımının nasıl yapılacağıdır. Sorulması gereken kritik soru şudur: Günümüzde Kur’an’a ve akla aykırı olduğu iddiasıyla reddedilen hadisler gerçekten akla ve Kur’an’a mı aykırı mıdır; yoksa kendi aceleci zihnimize, dar ve modern anlayışlarımıza veya yaşamakta olduğumuz çağın dayatma ve dogmalarına mı? Senedi sahih olan bir rivâyetin, saf aklın kâideleriyle yâhut vâkıa ve Kur’an’la çatıştığının kesin sûrette ispat edilmesi durumunda söz konusu rivâyetin sahih bir hadis olamayacağını ikrar ve itiraf etmeye hazır olduğumuzu hiç çekinmeden söyleyelim. Ancak hadisin senedine, diğer varyantlarına, şevâhidine veya Arapça orijinal metnine bakmaya bile tenezzül etmeden, mütercimlerin çevirilerine itimat ederek rivâyetin muhtemel anlamlarından aklınıza ilk tebâdür edenin sırf size biraz garip gelmesi yüzünden hadisleri inkâr edecekseniz; bir ateistin Kur’an’ı açıp “Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arzettik, onlar onu yüklenmeğe yanaşmadılar, korktular; fakat insan onu yüklendi” (el-Ahzab, 33/72) ifâdesini gördüğünde“Gökler ve dağlar ne zamandan beridir korkar oldu? Ya da böyle bir emânetin bana arz edildiğini hiç hatırlamıyorum; belki hatırlasam dağlar taşlar gibi ben de korkar reddederdim! Hem bana sormadan üzerime emanet yükleyen sonra da bundan beni hesaba çeken bir Tanrı nasıl âdil olabilir ki?” diyerek âyete uydurma demeye kalkmasına şaşırmamalı...


Similar Free PDFs