Title | [Tahlil] - Fikret Çetin ve Said Fûde - Said Fûde Hoca ile İslâmî İlimler Üzerine… |
---|---|
Author | Sahn-ı Semân |
Pages | 28 |
File Size | 490 KB |
File Type | |
Total Downloads | 168 |
Total Views | 295 |
[TAHLİL] İslâmî İlimler Üzerine Fikret Çetin - Said Fûde [Tahlil Hakkında] Sayı 05 Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tahlil] dosyasında yayınlıyoruz. Hafta 05 Hakkında bilgi sahibi olunan şeylerin aynı zamanda birçok yönleriyle bizce bilinmeme problemi k...
[TAHLİL]
İslâmî İlimler Üzerine Fikret Çetin - Said Fûde
[Tahlil Hakkında]
Sayı 05
Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tahlil] dosyasında yayınlıyoruz.
Hafta 05
Hakkında bilgi sahibi olunan şeylerin aynı zamanda birçok yönleriyle bizce bilinmeme problemi karşımızda durmaktadır. İşte burada İman dediğimiz şey devreye giriyor. SAİD FÛDE
FOTOĞFRAF: © BLOGS.FT.COM
Sayfa I | [Tahlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
[TAHLİL]
İçindekiler Sahn-ı Semân İslamî İlimler Eğitim ve Araştırma Merkezi Eyüp Sultan Bulvarı N0:119 +90 212 613 1805
İçindekiler.......................................................................................................................................................I Giriş................................................................................................................................................................. II Bilmek Bizi İman Etmekten veya İman Etmek Bizi Bilmekten Müstağni Kılar Mı? ...........III İlimleri İslam’a Nisbet Ederek Tasnif Etmek Sizce Doğru Mu? ............................................... VIII Gerçekten ‘şerh-hâşiye geleneği’ yüzünden Müslümanlar ilimde gerilemiş midir? Özellikle 13.-14. asırlardan bu yana ilmî olarak üretimin durduğu ve ilmî faaliyetlerin donduğu bir gerçek midir? .....................................................................................................................X
Eyüp - İstanbul
İslamî ilimlerin, hususen asleyn diye isimlendirdiğimiz Usul-i fıkıh ve Kelâm’ın rolü nedir? .......................................................................................................................................................... XV
11 Mayıs 2016
Popüleritesi hayli yüksek olan bu sahaların bize katacağı neler olabilir? İslamî ilimler ile sosyal bilimler arasındaki alâka hakkında neler söylemek istersiniz? ...................... XVIII
Bu yazı; Fikret Çetin hocanın RIHLE Dergisi 17. Sayısı için Said Fûde hoca ile yapmış olduğu mülâkattır.
Günümüzde alet ilimlerine bu derece ağırlık verilmesinin gereksiz olduğu konusunda eleştiriler duyuyoruz. Bu eleştiriler haklı mıdır? Bu konuda neler söylemek istersiniz? ................................................................................................................................................................... XXIII Usûl-u Fıkıh ve Kelâm ilmini hakkıyla tahsil etmek isteyenlere sırasıyla tedris edilmesi gereken kitapları saymak isterseniz ana hatlarıyla nasıl bir liste sunarsınız? ................XXV Dipnotlar ..................................................................................................................................................XXV
Bazıları İslâmî ilimler dendiğinde bunların haricinde kalan ilimlerin kötü ve öğrenilmesi yasak olduğunu zannedebiliyor. Hâlbuki mesele öyle değildir. İlimleri İslâm’a nisbet ederken hangi ciheti nazar-ı itibara aldığımıza dikkat edilmelidir.
Sayfa II | [Tahlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
[TAHLİL]
Giriş Bilgi, hayatı anlamlandıran, amellerimizi ifa
•
Akademinin verdiği ‘bilgi’ ile Kur’an’ın bahsettiği
ederken bize rehber olan her şeydir. Bununla birlikte
‘ilim’ aynı şeyler midir? Bunlar arasındaki mahiyet
biz Müslümanlar için temel bilgi kaynağı hiç şüphesiz
ilişkisi ve bağlamı nelerdir?
Kelam-ı Kadim yani rabbimizin kelamıdır. Hazret-i Peygamber-i Zîşan Efendimizin Sünnet-i Seniyye’si ise vahiyden ayrı bir bilgi kaynağı değil, vahyin tebliği ve beyanı sadedinde vahyî bilginin amele dökülmesi ve vahy-i gayri metluv’un sözle ifadesidir. Bu iki esas kaynak üzerine bina edilen İslamî İlimler, zihniyet olarak Müslüman kalıp kalmamanın yegane ölçüsü durumundadır. Eğer düşünsel tavrımızın herhangi bir meşruiyet zemini olacaksa, bu kesinlikle İslamî İlimler dışında bir ‘şey’ olamaz. Eğer İslamî İlimler dışında bir meşruiyet zemini kabul ediyorsak, o zaman maalesef belirtmeliyiz ki mezkur zemin İslamî olarak meşru değildir. Ve bu zeminde hasıl edilmiş, pratiğe dökülmüş bilgi de ‘sahih amel’ yapmamız için gerekli olan bilgiyi ifade etmemektedir. Daha doğrusu en haif tabirle Allah Rasulü (s.a.v.)’in ‘faydasız ilim’ dediği kategoriye giriyor demektir. Hal böyleyken Müslümanların bilgiye, ‘ilm’e, amele
yükledikleri
anlam
maalesef
merkezini
kaybetmiş, gayrı meşru zeminlerde kendine yer arıyor; ve ilim talibi olduğunu söyleyen Müslümanlar olarak ‘akademi’de ilim tahsil etmeye çalışmak gibi absürt bir işle iştigal eder durumda buluyoruz kendimizi. İçinde bulunduğumuz bu deli saçması ve ikircikli durumda ister istemez şu sorular gündemimize geliyor: •
Kelam ilmi tarihte mi kaldı acaba?
•
Usul-i Fıkh ile toplumsal hayatı modern dönemde tanzim etmek mümkün müdür?
•
Akademi ile Medrese arasında köklü farklar var mıdır ve varsa eğer bunlar nelerdir?
Bu ve bunlara benzer daha birçok soru zihnimizi işgal ederken, cevabını merak ettiğimiz sorular bizi Ürdün’e götürdü… Ehl-i
Sünnet
Kelam
ulemasının
yaşayan
üstadlarından, aynı zamanda akademiyi de yakından tanıyan ve bundan dolayı akademik formasyon ile ilim sahibi olmak arasındaki derin farkı gayet net çizgilerle ayırt eden Said Abdullatif Fude hoca ile bu bağlamda enfes bir mülakat gerçekleştirdik. RIHLE Dergisinin son sayısında yayımlanan bu mülakatı önemine binaen istifadenize sunuyoruz…
Sayfa III | [Tahlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
[TAHLİL]
İslam ve İlimden/bilmekten yanyana bahsettiğimizde bir taraftan Allah’ın insanlara peygamberi vasıtasıyla göndermiş olduğu son dinden ve bu dine ‘iman etmek’ten söz ediyoruz. Diğer yandan ise ilimden yani şüpheye yer olmaksızın bir şeyin bilgisine ulaşmaktan bahsediyoruz. Bu bağlamda en umumî mânâsıyla bilmek ile iman etmek arasındaki ilişki hakkıda neler söylemek istersiniz? Bilmek bizi iman etmekten veya iman etmek bizi bilmekten müstağni kılar mı? En genel anlamıyla bilmek -senin de işaret
sıkça ele aldığı bir soruyu burada sormamız gerekir:
ettiğin gibi- bir şeyi hakikati üzere tanımak demektir.
‘İnsan için yaşamış olduğu şu anda herşeyi en detaylı
Bu tanımanın kaynağı ister salt akıl, ister haber/nass,
bir şekilde bütün yönleriyle bilme imkânı var mıdır?’
isterse tecrübe veya başka bir yol olsun farketmez.
Biraz daha açacak olursak; burada herhangi bir insan
‘Bilmek’ Müslüman âlimlere ve batılı ilozoların
ferdinden bahsediyoruz, insan türünden değil. Çünkü
çoğuna göre bu şekilde tanımlanmıştır. Fakat modern
insan kelimesinden bazen insanın ferdi/teki bazen
çağda ilim (bilgi-bilmek) mefhumu sınırlandırılmış ve
de insan türü kasdedilir. Ayrıca burada sözü edilen
‘pozitif bilimler’ olarak ifade ettiğimiz tecrübe ile elde
imkân, salt aklî ihtimal değil, bunun gerçekten vâki
edilen veriler bilginin tek kaynağı hâline getirilmiştir.
olup olmama imkânıdır.
Hepsi böyle olmasa bile modern çağın
Dolayısıyla sorumuz şu: ‘Herhangi bir insanın
ilozolarının çoğu böyle düşünmektedir. Deney ile
herhangi bir anda bütün herşeyi en ince ayrıntılarıyla,
elde edilmedikçe neredeyse hiçbir şey ilmî bir kıymet
bütün delilleri ile iilen bilmesi mümkün müdür?’ Bu
ifade etmez olmuştur. Oysa biz Müslümanlar bunu
gerçekten çok mühim bir suâl… Kim herhangi bir
kabul etmiyor ve diyoruz ki: “İster tecrübe ile ister başka
insanın herhangi bir anda herşeyi her yönüyle iilen
bir yolla elde edilsin muteber bir delile dayandırılan her
bilme imkânına, gücüne sahip olduğunu iddia ederse,
mesele bilginin/bilmenin kaynağıdır.”
üzerinde fazla düşünmeye gerek olmadan bu iddianın
Mantık, Felsefe, Kelâm sahalarında kalem oynatmış Müslüman âlimlerin eserlerine baktığımızda, onların bilgi mefhumunu elde edildiği kaynağa bakıp da sadece tecrübeye dayalı olana hasrettiklerini görmeyiz. Bu, modern zamanlar haricinde Batı için de geçerli bir durum… Aksine bilimsel bilginin bilgi türlerinden sadece biri olduğunu söylemektedirler.
temelsiz ve yanlış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten bunu iddia eden de olmasa gerektir. Bu gerçeği anlamak insanın niçin imanla sorumlu tutulduğunu anlamak adına çok önemlidir. Peki, aynı soruyu insanın türü için sorarsak cevap ne olacaktır? İnsan, bütün fertleriyle beraber bir tür olarak bu imkâna, bu kudrete mâlik midir?
Başta da belirttiğimiz gibi bilmek bir şeyi olduğu
Her ne kadar bu ihtimal ferde nisbetle daha
üzere idrak etmek demektir. Dolayısıyla, hangi
büyük olsa da, bunun insan türü için dahi iilen
yolla bildiğimizin bir önemi olmaksızın, biz bir şeyi
gerçekleşmiş olduğuna dair ortada herhangi bir kesin
olduğu gibi idrak ettiğimizi ispatladığımız takdirde
delil yoktur. Aksine bunun vâki olmadığını, insanlık
bizde meydana gelenin bilgi olduğunu da aynı
için henüz bilinmeyen çözülmemiş birçok meselelerin
zamanda ispat etmiş oluruz. Yeter ki bilgiyi elde etme
olduğunu
vasıtası geçerli bir vasıta olsun. Diğer yandan, gerek
hâlihazırda biliyor olsa idik, ‘şunu bilebilmemiz
kelâmcıların ve gerek önceki ve sonraki ilozoların da
mümkündür’ demek anlamsız olurdu.
bilmekteyiz.
İnsanlık
olarak
herşeyi
Sayfa IV | [Tahlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
[TAHLİL]
İslam ve İlimden/bilmekten yanyana bahsettiğimizde bir taraftan Allah’ın insanlara peygamberi vasıtasıyla göndermiş olduğu son dinden ve bu dine ‘iman etmek’ten söz ediyoruz. Diğer yandan ise ilimden yani şüpheye yer olmaksızın bir şeyin bilgisine ulaşmaktan bahsediyoruz. Bu bağlamda en umumî mânâsıyla bilmek ile iman etmek arasındaki ilişki hakkıda neler söylemek istersiniz? Bilmek bizi iman etmekten veya iman etmek bizi bilmekten müstağni kılar mı? ‘Şunu bilebiliriz’ derken bilme ihtimalinin
önüne serip keşfettiğimiz anlamına gelmemektedir.
aklen mevcut olduğunu kasdederiz. Fakat iilen
Bir denklemin veya formülün vakıada olup
herşeyi bilebileceğimizi kasdeder miyiz? Tabiî ki
biteni tasvir ederek doğru neticeler vermesi ile o şeyin
kesinlikle hayır. Nitekim gerek Müslüman gerek
içyüzünü ortaya çıkarmak arasında büyük fark vardır.
gayri müslim bütün ehl-i ilim de öteden beri bunu
‘Bu şey şundan kaynaklanmaktır’ şeklindeki bir söz,
söylemektedir.
iki şey arasındaki münasebeti vasfeder lâkin iki şey
Meselenin başka bir tarafı daha var. Şöyle bir soru daha sorulmalı: ‘İnsan bir şeyi bir yönü ile bilirken aynı zamanda o şeyin başka bir yönünü bilemeyebilir mi? Yoksa bir şeyi bilmek, o şeyi bütün yönleri ile kavramayı, kuşatmayı mı gerektirir?’ Vakıaya baktığımızda insanın bir şeyi belli yönleri ile bilirken aynı şeyin bazı
arasında olanın hakikatini keşfetmiş olmaz. Nitekim bu sahalarda uğraş veren bilim adamları da bunu gayet iyi bilmektedirler; örnekleri çoğaltmaya gerek yok. O hâlde, hakkında bilgi sahibi olunan şeylerin aynı zamanda birçok yönleriyle bizce bilinmeme problemi karşımızda durmaktadır. İşte burada iman dediğimiz şey
taralarından tamamen gail kaldığını gözlemleriz.
devreye giriyor.
İnsan olarak bütün cihetleriyle bilebildiğimiz şeyler
Yani bilmek ile iman etmeyi birbirinden ayırma
öylesine azdır ki… Dolayısıyla ister fert için konuşalım
ihtiyacı buradan geliyor!
ister bütün insanlık için konuşalım, hakkında bilgi sahibi olduğumuz şeylerin hemen hepsi bir yönüyle bildiğimiz, aynı zamanda birçok yönüyle de bilemediğimiz şeylerdir. Mesela şu elimdeki kaleme bakalım: ‘Ben bu kalemin hakikatini bütün yönleri ile bilmekteyim’ diyecebilecek bir insan düşünülülebilir mi? Veya insanın konuşması… Konuşmanın hakikati nedir bunu bilemiyoruz ve fakat konuşuyoruz.
Evet. Özellikle dinin bizden talep ettiği imandan bahsettiğimizde, bilmek ile inanmanın en önemli farklarından birisi burada yatar. Din bizi, inanmamızı istediği herşeyin tam anlamıyla ve her yönüyle bilgisine ulaştırdığı için ona inanmamızı talep etmez. Fakat der ki: Size getirdiğim bir takım bilgiler var. Bu bilgilerin doğru ve gerçek olduğunu anlamak için akıl ve his gibi geçerli bilgi edinme vasıtalarıyla belli
Bilgisayar, kamera gibi cihazları dahi bütün
yönlerden bu bilgilerin sağlamasını yapabilir, gerçek
yönlerine vakıf olmadığımız hâlde kullanırız. Çalışırken
olduğunu anlayabilirsiniz. Ancak, getirmiş olduğu her
içinde ne gibi manyetik, elektronik hâdiseler oluyor,
bilginin doğru olduğuna aklımızla ulaşabileceğimizi
bunların mahiyetinden habersisiz. Evet, belli denklem
vadetmez bize. Dolayısıyla iman dediğimiz şey bir
ve formüller ile çalışma prensiplerini tarif edip
yandan bilebildiklerimize, diğer taraftan da bilgisine
açıklamamız mümkündür ve bunlar doğru neticelerdir.
tam olarak ulaşamadığımız şeylere teslim olmayı içine
Yalnız bu açıklamalar o şeyin mahiyetine vakıada
alır. Burada yeri gelmişken önemli bir noktaya dikkat
olduğu hâliyle nüfûz ettiğimiz, hakikatini gözler
çekmem gerekiyor: İman etme, inanma kelimeleri
Sayfa V | [Tahlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
[TAHLİL]
İslam ve İlimden/bilmekten yanyana bahsettiğimizde bir taraftan Allah’ın insanlara peygamberi vasıtasıyla göndermiş olduğu son dinden ve bu dine ‘iman etmek’ten söz ediyoruz. Diğer yandan ise ilimden yani şüpheye yer olmaksızın bir şeyin bilgisine ulaşmaktan bahsediyoruz. Bu bağlamda en umumî mânâsıyla bilmek ile iman etmek arasındaki ilişki hakkıda neler söylemek istersiniz? Bilmek bizi iman etmekten veya iman etmek bizi bilmekten müstağni kılar mı? gündelik hayatta sıklıkla, sebebi bilenemeyen veya
Hiçbir Müslüman Allah’ı yer yönüyle yani bütün
hakkında delil gösterilemeyen şeyler için kullanılır.
vasılarıyla bildiğini iddia etmemiştir. Lâkin Allah’ı
Oysa bu,
ıstılahî anlamıyla doğru bir kullanım
her yönüyle bilemiyor oluşumuz O’nun hakkında
değildir. Bunu biraz sonra açıklayacağım. Dediğimiz
hiçbir şey bilemiyeceğimiz anlamına da gelmez. Bizler
gibi, bizler geçerli bilgi vasıtalarıyla bir takım şeyler
geçerli kat’i delillerle mesela Allah’ın var olduğunu,
hakkında belli bilgileri elde etme imkânına sahibiz.
bir olduğunu bilebiliriz. İşte Şeriat bizi, akıl ve sair
Fakat bazı yönlerden bilgisine ulaştığımız şeyler, bazı
vasıtalar yardımıyla bilgisine ulaşabildiğimiz bazı
cihetleriyle bize meçhul kalmaya devam edecektir.
şeylere iman etmekle sorumlu tuttuğu gibi, bilgisine
Dolayısıyla, bilgisine ulaşamadığımız bazı şeylere
erişemeyeceğimiz bazı şeylere de nakil vasıtasıyla
iman etmekle sorumlu olduğumuz gibi; akıl, haber ve
inanmaya çağırıyor. Tabiî ki, naklin yani haberin bilgi
sair yollarla bilebildiğimiz şeylere dahi iman etmekle
ifade etmesi de dolaylı olarak akıl veya tecrübe gibi
mükelleiz.
vasıtalara dayanmasıyladır. Ne var ki haber/nass
1
Dikkat edelim sadece bilmekle değil aynı
ile elde ettiğimiz bilgi doğrudan doğruya akılla
Bundan
bilinebilir bir şey değildir. Fakat inanacağımız şeyin
anlıyoruz ki, bilmek inanmakla aynı şey değildir. Fakat
ille de doğrudan bir delil ile bilinmesi şartı yoktur.
mevzuları itibarıyla aralarında birlikten söz edebiliriz.
İster akıl gibi direkt olsun ister nakil gibi dolaylı bir
Yani, hangi sahih yolla olursa olsun bilgi ile açığa
yolla olsun, gerçek olduğu ispat edildikten sonra
çıkan şeye iman edilir. Şu hâlde bir şeyi önce biliriz
hepsi inanmanın nesnesi olabilir. Herhangi bir yolla
sonra ona iman ederiz. Aynı meselenin bilmeye bakan
bâtıl olduğu kesin olarak tesbit edilmediği sürece
bir tarafı var; ayrıca inanmaya bakan bir tarafı da var.
nakil ile sabit olan bu bilgilere de inanmak vacip olur,
zamanda
iman
etmekle
sorumluyuz.
2
Burada bilmeye dair olan taraf inialîdir yani üşümek, acı duymak gibi hemen her zaman irade dışı
zira bu durumda bütün karineler bu haberin doğru olduğunu gösteriyor demektir.
gerçekleşen bir olgudur. Oysa inanmaya bakan taraf,
İşte tam burada inanmak ile bilmek arasında
bildikten sonra kabul etmeye, bilgiden hâsıl olan
nasıl bir alâka olduğunu sorgulayabiliriz. İman özü
inialî itiraf etmeye dayalı iradî bir eylemdir. Demek ki,
itibarıyla iki çeşit bilgi karşısında insanın göstermiş
aynı mesele bir yanıyla bilginin nesnesi olurken diğer
olduğu iradî tavırdır yani itiraf etmek ve boyun
yanıyla da inanmanın nesnesi olmaktadır. Diyelim ki,
eğmektir. Bu iki çeşit bilginin birincisi, Allah’ın bizde
bir şeyi bilgi vasıtalarımızın yetersizliğinden ötürü
yaratmış olduğu bilgi vasıtalarıyla insanın doğru veya
bütün yönleriyle bilemiyoruz ve fakat geçerli ve sahih
yanlış olduğuna kesin olarak hükmedebildiği şeylerdir.
yollarla o şeyin bilebildiğimiz yönleri de mevcut.
Diğeri ise, doğrudan akılla, hisle bilenemeyen,
Mesela Şeriat bizi Allah’a inanmaya çağırıyor.
masum peygamberlerden bize ulaşan haberlerdir.
Sayfa VI | [Tahlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
[TAHLİL]
İslam ve İlimden/bilmekten yanyana bahsettiğimizde bir taraftan Allah’ın insanlara peygamberi vasıtasıyla göndermiş olduğu son dinden ve bu dine ‘iman etmek’ten söz ediyoruz. Diğer yandan ise ilimden yani şüpheye yer olmaksızın bir şeyin bilgisine ulaşmaktan bahsediyoruz. Bu bağlamda en umumî mânâsıyla bilmek ile iman etmek arasındaki ilişki hakkıda neler söylemek istersiniz? Bilmek bizi iman etmekten veya iman etmek bizi bilmekten müstağni kılar mı? Binaenaleyh, imanın hakikati bilgi karşısında izan
günümüzde harap bir virâne hâline gelmiştir.’ Yani
etmek, boyun eğmektir; bu bilgi ister dolaylı ister
artık bilimin ölçüsü, esası olarak kabul edilmekten
direkt olarak hâsıl olsun.
çıkmıştır. Ona itibar edip ciddiye alanlar ise pozitivist
Görüldüğü gibi sözünü ettiğimiz bilgi, modern çağda Avrupa ve Amerikalıların felsefelerinde ve hattâ birçok İslam ülkesinde yaygın hâlde kabul edilen tecrübî bilgiden veya pozitif bilimlerden daha kapsamlı bir olgudur. Tabiî ki, Batı’da da bilim felsefesinin önde gelenleri Bacon’dan beri tevarüs edegelen ve etkileri nisbeten hâlâ görülen bu pozitivist bilgi yaklaşımını gözden geçirerek eleştirmişlerdir.
felsefede boğulmuşlardan başkası değildir. Nitekim günümüzd...