[Tahlil] - Ebubekir Sifil - Hangi Ehl-i Sünnet? PDF

Title [Tahlil] - Ebubekir Sifil - Hangi Ehl-i Sünnet?
Author Sahn-ı Semân
Pages 10
File Size 204 KB
File Type PDF
Total Downloads 32
Total Views 60

Summary

[TAHLİL] Hangi Ehl-i Sünnet? Ebubekir Siil [Tahlil Hakkında] Sayı 14 Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tahlil] dosyasında yayınlıyoruz. Hafta 16 Ehl-i Sünnet bir “genel çerçeve”, bir “şemsiye kavram”dır. “Nedir bu “temel umdeler” diye soracak olursanız, ...


Description

[TAHLİL]

Hangi Ehl-i Sünnet? Ebubekir Siil

[Tahlil Hakkında]

Sayı 14

Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tahlil] dosyasında yayınlıyoruz.

Hafta 16

Ehl-i Sünnet bir “genel çerçeve”, bir “şemsiye kavram”dır. “Nedir bu “temel umdeler” diye soracak olursanız, “Kur’an’da ve meşhur-mütevatir hadislerde bildirilmiş, Sahabe tabakasında genel kabul görmüş hususlara iman” şeklinde genel bir cevap verebilirim. EBUBEKİR SİFİL

FOTOĞRAF: © FATİH SULTAN MEHMET ÜNİVERSİTESİ

Sayfa I | [Tahlil] Sayı: XIV, Hafta: XVI | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

İçindekiler Sahn-ı Semân İslamî İlimler Eğitim ve Araştırma Merkezi Eyüp Sultan Bulvarı N0:119

İçindekiler.......................................................................................................................................................I Soru ................................................................................................................................................................ II Cevap.............................................................................................................................................................III Hâsılı ........................................................................................................................................................... VII

+90 212 613 1805 Eyüp - İstanbul 27 Temmuz 2016 Bu yazı; Ebubekir Siil hocanın 2009’da kaleme almış olduğu yazıdır.

Tarihte yaşananları tarihe bırakarak konuşursak, ağırlıklı olarak bu iki başlık altına giren meselelerde yaşanan ihtilaf, günümüzde “gerçek Ehl-i Sünnet”in kim olduğu sorusunun cevabını da şekillendiriyor. Herkes/im bu soruya, bu ihtilaflarda yer aldığı cepheye göre cevap veriyor.

Sayfa II | [Tahlil] Sayı: XIV, Hafta: XVI | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

Soru Yukarıdaki linkte (okuyucu burada bir internet adresi veriyor) şöyle bir iddia gündeme gelmiştir ve peşinden “İsterseniz Siil Hoca’ya sorunuz” denmiştir. İddialar şunlardır: “Önce hangi ehl-i Sünnet demek gerek… Sonra soru cevaplanabilsin… Maturidi mezhebi fesatta mutezileden daha aşağı değildir. (Mustafa Sabri Efendi, Tahte Sultanil Kader s.42) İmam Buhari, İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye mürcie derken ne kadar ehl-i Sünnet??? (Buhari, et-Tarihu’l-Kebir, VIII, 81.) Muhaddis İbn Hibban “Kitabu’l-Mecrûhîn”de Ebu Hanife’ye mürcie derken ne kadar ehl-i Sünnet??? İbn Kuteybe, Ebu Hanife’ye mürcie derken ne kadar ehl-i Sünnet??? (İbn Kuteybe, el-Maarif, 625.) İmam Pezdevi’den başka ehl-i Sünnet mi olduğunu düşünüyorsunuz yoksa???!!! Pezdevi mücessime bahsinde hanbelileri ve yahudileri aynı safta değerlendirir. (Pezdevi s.348) Yine Pezdevi’ye göre İmam Eşari bidatçıdır. (Pezdevi, s.366)” Hocam, bahsi geçen kaynakları tedkik etme imkanım yoktur. İsmi şerii geçen zatların bu ifadeleri neden, nasıl ve ne zaman kullandıklarını; hatta kullanıp kullanmadıklarını da bilemiyorum. Bu iddiaların tarafınızdan cevaplanmasını ve mümkün ise ilgili kaynakların tarafınızca tedkik edilmesini rica ederim. Şimdiden Allah razı olsun. Selam ve saygılarımla…

Sayfa III | [Tahlil] Sayı: XIV, Hafta: XVI | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

Cevap Bu soruya internet üzerinden özel bir cevap göndermiştim. Sorunun “kışkırtıcı” özelliği, verilen örneklerle daha da pekiştirilmiş. Gerek olgu olarak, gerekse günümüzün, Müslümanlığı konjonktürel hassasiyetler ekseninde değerlendirme alışkanlığı karşısında ne ifade ettiği noktasında Ehl-i Sünnet’e daha mütecessis bir nazarla yeniden bakmak zorunda olduğumuzu vurguluyor. Bu soruyu cevaplandırmak, bir bütün olarak geçmişi ve şimdiyi konuşmak demek. Onun için üzerinde hassasiyetle durulması gerektiğini düşünüyorum. Hatta soruda vurgulanan “Hangi Ehl-i Sünnet?” meselesinin net olarak aydınlatılmasının, zihnimizin durulmasına ve Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyen ve fakat birbirine mesafeli duran kesimler arasında da buzların erimesine vesile olacağını söylemek abartı olmayacaktır. Cevap olarak şunları yazmıştım: Ehl-i Sünnet bir “genel çerçeve”, bir “şemsiye kavram”dır. Birtakım temel umdelerin kabulünde ittifak eden kitleler bu çerçevenin içine, bu şemsiyenin altına girer. “Nedir bu “temel umdeler” diye soracak olursanız, “Kur’an’da ve meşhur-mütevatir hadislerde bildirilmiş, Sahabe tabakasında genel kabul görmüş hususlara iman” şeklinde genel bir cevap verebilirim. Bir kimse veya kesim, kendisini bu genel cevabın çizdiği çerçeve içinde görüyorsa, o Ehl-i Sünnet’tir. Ebu’l-Muzaffer el-İsferâynî, et-Tabsîr i’d-Dîn’de (113-4) Ehl-i Sünnet’in itikad ilkelerini zikrettikten sonra Ebû Hanîfe, eş-Şâi’î, Mâlik, el-Evzâ’î, Dâvud ez-Zâhirî, ez-Zührî, el-Leys b. Sa’d, Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Yahyâ b. Ma’în, İshâk b. Râhûye, Muhammed b. İshâk el-Hanzalî, Muhammed b. Eslem et-Tûsî, Yahyâ b. Yahyâ, Muhammed b. el-Fadl el-Becelî, Ebû Yusuf, Muhammed, Züfer, Ebû Sevr ile Ehl-i re’y ve Ehl-i Hadis olarak anılan diğer Hicaz, Şam, Irak, Horasan ve Maveraunnehir imamları ve onlardan önceki Sahabe, Tabiin ve Tebe-i Tabiin kuşaklarının bu itikad üzere olduklarını söyler ve ekler: “Ehl-i re’y ile Ehl-i Hadis arasında bu saydığımız hususlarda herhangi bir ihtilaf bulunmadığını tahkik etmek isteyen kimse, Ebû Hanîfe’nin Kelam konusunda kaleme aldığı el-Âlim ve’l-Müte’allim’e, el-Fıkhu’lEkber’e, el-Vasıyye’ye ve eş-Şâi’î’nin eserlerine baksın. Onların eserlerinde (itikadî meseleler hakkında) asla bir farklılık bulamayacaktır…” Dolayısıyla bu temel umdeler söz konusu olduğunda, Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyen kimse ve kesimler arasında farklılık bulunmadığını ikrar etmek insaf gereğidir. O halde “Hangi Ehl-i Sünnet?” sorusunun bu bağlamda hiçbir anlamı yoktur. Bu, bu bağlamda yanlış kurgulanmış bir sorudur. Bu söylenenler, Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyen kimse ve kesimler arasında hiçbir ihtilaf bulunmadığı anlamına gelir mi? Elbette gelmez. Öyleyse “Hangi Ehl-i Sünnet?” sorusunun yerinde olduğu bir bağlam bulunduğunu kabul etmek gerekir. O bağlamın çerçevesini ise şöyle çizebiliriz: Delaleti ve sübutu konusunda ihtilaf bulunan nasslar ve esasen hakkında sarih delaletli herhangi bir nass bulunmayan konular. “Delaleti ve sübutu konusunda ihtilaf bulunan nasslar” ifadesiyle kasdettiğim şudur: Ehl-i Sünnet’in farklı kesimleri, “İman nedir?” sorusuna farklı cevaplar vermiştir. Kimi sadece “Kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır” demiş, kimi de bunlara “azalarla amel”i

Sayfa IV | [Tahlil] Sayı: XIV, Hafta: XVI | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

Cevap eklemiştir. “İman nedir?” sorusunun Kur’an ve Sünnet tarafından verildiğini bildiğimiz farklı cevapları vardır ve bu ihtilaf o cevaplardan hangisinin tercih edileceği sorusuna verilen cevaptan kaynaklanmaktadır. Mesela meşhur “Cibril hadisi”nde iman, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Allah’a kavuşacağına, peygamberlerine ve diriliş gününe iman etmendir” diye tarif buyurulduğu halde, başka rivayetlerde “namaz kılmak ve oruç tutmak” da imanın cüzlerinden olarak zikredilmiştir. Oysa Cibril hadisinde bu ibadetlerin “iman”dan değil, “İslam”dan sayıldığını görüyoruz. Burada bir “delalet ihtilafı” söz konusudur. Elbette amellerin imandan olup olmadığı meselesi değindiğim rivayetlere münhasır olarak yapılmamıştır; başka pek çok ayet ve hadis bu çerçevede taralarca dayanak olarak alınmıştır. Keza “müteşabih” olarak ifade ettiğimiz “haberî sıfatlar”la ilgili ihtilaf da burada hatırlanmalıdır. Ehl-i Hadis genellikle tevile kapalı bir tutum sergileyerek bu sıfatları zahiri üzere anlama taraftarı olmuş, Ehl-i re’y ise bu nasslara geldiği gibi inanmakla birlikte, tevil kapısını da tamamen kapatmamıştır. (Ehl-i Sünnet bazı alimlerin başka Ehl-i Sünnet alimler hakkındaki kimi isnatları bağlamında “Hangi Ehl-i Sünnet?” diyen okuyucu sorusunun cevabına devam ediyoruz. Satır ve paragraların arasında yer alan parantez içi ifadeler, soru sahibi kardeşime internet üzerinden yazdığım cevaba burada yaptığım ilavelerdir.) Sübutla ilgili ihtilafa gelince, birtakım haberî sıfatlar konusunda senedi zayıf bulunmuş ya da mana ile nakledilmiş rivayetleri bu sadette zikredebiliriz. Ehl-i Hadis’in bir kısmı bu rivayetlerin kabulü istikametinde tavır belirlerken, Ehl-i re’y genellikle bu türlü rivayetleri Kur’an’a, mütevatir/meşhur hadislere ve Sahabe tavrına aykırı bulduğu için tevil etme ya da zaaları sebebiyle itikada konu etmeme yoluna gitmiştir. (“Ehl-i Hadis–Ehl-i rey” ayrımının mutlak bir ayrışmayı ifade etmediğini, göreceli olduğunu daha önce birçok vesileyle ifade etmiştim. Elbette burada da aynı durum söz konusudur.) Hakkında sarih delaletli herhangi bir nassın bulunmadığı hususlara örnek olarak ise kesb, istitaat, ehl-i fetretin akıbeti, Kelamullah’ın mahiyeti… gibi meseleler zikredilebilir. Bu genel girişten sonra soruda zikrettiğiniz meselelere gelecek olursak; aynı sırayla şunları söyleyebilirim: “Maturidi mezhebi fesatta Mu’tezile’den aşağı değildir” sözü: Hemen belirteyim, burada bir yanlış çeviri var. Doğrusu, “Matüridriyye mezhebi, mefsedette Mu’tezile’den az değildir” şeklide olmalı. Mustafa Sabri Efendi merhum bu cümleyi, Muhammed Abduh’un Matüridî görüntüsü altında Eş’arîlere ağır sözler sarf etmesi üzerinde dururken kullanmıştır. Abduh, kulun iilinin menşei ve mahiyeti ve iilin meydana gelmesinde kulun kesbi ile Allah Teâlâ’nın yaratması meselesi üzerinde durmaktadır. Mustafa Sabri Efendi de bu bağlamda Maüturidiyye mezhebinin, Mu’tezile’den daha çürük olduğunu isbat edeceğini söylemekte ve ifadeyi bu bağlamda kullanmaktadır. Bu ifadenin, yukarıda, “hakkında sarih delaletli herhangi bir nassın bulunmadığı hususlar” cümlesinden olarak zikrettiğim ve hakkında Ehl-i Sünnet arasında ihtilaf bulunduğunu belirttiğim meseleler cümlesinden olduğunu gözden kaçırmamalıyız.

Sayfa V | [Tahlil] Sayı: XIV, Hafta: XVI | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

Cevap Mürcie iki kısımdır. Mürcie-i halisa: Kul bir kere iman ettikten sonra hiçbir günah ona zarar vermez ve ahirette azap görmesine sebep olmaz diyenler. Mürcie-i Sünne: Büyük günah işlese veya amelinde aksaklıklar olsa da mü’min kimsenin mutlaka cehennemlik olduğunu söylemeyip, Allah Teâlâ dilerse böyle kimseleri bağışlar, dilerse onlara azap eder diyenler. Bu anlamda İmam Ebû Hanîfe, hocaları, talebeleri ve genel olarak Hanefî/Maturîdîler mürcii olarak isimlendirilmiştir. Bu isimlendirme, “Ehl-i Sünnet mürciesi” anlamında ise doğrudur; “Mürcie-i halisa” anlamında ise doğru değildir. Kaldı ki Ehl-i Hadis içinde de Kûfe ekolü gibi inananlar vardır. Bu mesele hakkında detaylı bilgi için el-Leknevî’nin er-Ref’ ve’t-Tekmîl’ine (81-83; 352 vd.) mutlaka bakılmalıdır. Dolayısıyla İmam Ebû Hanîfe’yi mürcii olmakla itham edenler, İmam’ın o dönemde yaygın mürcie-i halisa’dan olduğu zannıyla bunu yapmışlardır. Daha İmam hayattayken bu ithamla karşılaşmış ve Osman elBettî’ye yazdığı mektupta (Risale) bu itham hakkındaki düşüncelerini dile getirmiştir. İmam, yukarıda belirttiğim anlamda mürcii olduğunu (Mürcie-i Sünne’den olduğunu) kabul etmiş ve Sahabe’nin, hatta Peygamberler’in yolunun da aynı olduğunu söylemiştir. er-Risâle’nin okunmasını tavsiye ederim. Mu’tezile, Mürcie gibi bid’at mezheplerin yaygın olduğu Irak coğrafyasında o dönemlerde kimin ne dediğinin herkes tarafından aynı netlikte anlaşılmadığını görmek şaşırtıcı değildir. Şu olay sadece bir örnektir: Abdullah b. el-Mübârek, İmam el-Evzâ’î’nin yanındayken o, “Ebû Hanîfe denen şu bid’atçiyi tanıyor musun?” diye sormuş, İbnu’l-Mübârek bir şey demeden oradan ayrılmış. O gece kaldığı yerde İmam Ebû Hanîfe’nin çözümlerinden derlediği küçük bir risale hazırlamış ve ertesi gün İmam el-Evzâ’î’ye götürüp göstermiş. O, risaleyi okudukça beğenisi artmış ve sonunda, “Meselelerin sonunda adını yazdığın şu en-Nu’man kim?” diye sormuş. O da “İşte o, senin dün “bid’atçi” dediğin Ebû Hanîfe’dir cevabını verince İmam el-Evzâ’î, “Ondan istifade etmeye bak. O sağlam görüşlü birisiymiş” dile mukabele etmiş. Keza İmam Muhammed el-Bâkır ile İmam Ebû Hanîfe arasında meşhur konuşma da aynı durumu ispatlayan bir başka calib-i dikkat anekdottur. (Bu konuşma, İmam Muhammed el-Bâkır’ın, İmam Ebû Hanîfe’nin Sünnet-i Seniyye’ye muhalif davrandığı şeklindeki duyumları bizzat kaynağından sorarak tahkik etme ihtiyacıyla hareket ettiğini ve işin doğrusunu bizzat araştırdığını göstermesi bakımından önemlidir. İmam Ebû Hanîfe hakkındaki meni kanaatlerin hiç biri, kendisiyle bizzat görüşmek suretiyle birinci ağızdan tahkik edilerek oluşmuş değildir. Ya ikinci-üçüncü ağızlardan ya da onun yaşadığı dönemden çok daha sonraları oluşmuş/yayılmış “duyum”lardır.) Yukarıda kısaca söylediklerim İbn Hibbân ve İbn Kuteybe’nin (ve onların durumundaki daha başkalarının) İmam Ebû Hanîfe hakkındaki “irca” ithamı için de geçerlidir. el-Pezdevî’nin “tecsim” bahsinde birtakım Hanbelîler’le Yahudiler arasında benzetme yapmasına gelince, bu, ona mahsus bir davranış değildir. Daha başkaları da aynı şeyi yapmıştır. Mesele şudur: Allah Teâlâ

Sayfa VI | [Tahlil] Sayı: XIV, Hafta: XVI | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

Cevap hakkındaki inançlarında Yahudiler’in tecsimci olduğunu biliyoruz. (Birtakım Yahudi mezheplerinin İslam Kelamı’nın etkisiyle tecsim inancını terk ederek onun yerine tenzihe dayalı bir itikadî çizgi geliştirdiğini biliyoruz. Müstakil yazıların konusu olacak kadar geniş ve önemli olan bu noktada şimdilik detaya girmiyorum.) Yazının başında çizdiğim çerçeveyi hatırlayın. O paralelde birtakım haberî sıfatlar konusunda “geldiği gibi inanır, yorum yapmayız” noktasında durmayıp, yoruma dalan ve sonuçta “insan biçimli” ya da “cisimlere mahsus özellikler taşıyan” ilah inancına sapan birtakım Hanbelîler veya bir kısım “Ehl-i Hadis” el-Pezdevî’nin bu benzetmede çok da haksız olmadığını göstermektedir. Dediğim gibi, buradaki anlaşmazlık da yazının başında çizdiğim çerçevenin dışında değildir. (Bu mesele de, münhasıran “tecsim” ihtiva den tavır hakkındadır, bütünüyle “itikad” alanını kuşatacak mahiyette değildir.) Yine el-Pezdevî’nin İmam el-Eş’arî’nin bazı görüşlerinde (yukarıda çerçevesini çizdiğim hususlara giren bazı meselelerde) Ehl-i Sünnet’e muhalif olduğunu söylemesinde de garipsenecek bir durum yoktur.

Sayfa VII | [Tahlil] Sayı: XIV, Hafta: XVI | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

Hâsılı Temel itikadî umdelerde ayrılık-gayrılık içinde olmayan Ehl-i Sünnet kesimlerin, bunların dışındaki (bunların uzantısı kabilinden) birtakım hususlarda ihtilaf etmiş olması –bir birlerini bid’at ehli olarak suçlamış olsalar bile– bid’at ehli olmalarını gerektiren bir durum değildir. es-Sübkî, Ehl-i Sünnet’in 3 kesimden oluştuğunu söyler: 1. Maturidi/Eş’ari kelam alimleri ile onların görüşlerini benimseyenler (Fukaha ve Usulcüler de bu maddeye dahildir), 2. Ehl-i Hadis, 3. Ehl-i Tasavvuf. Bu üç kesimi bir arada değerlendirmemizi ve tamamını Ehl-i Sünnet saymamızı mümkün/gerekli kılan, yazının başında değindiğim ve sıklıkla atıf yaptığım “temel itikadî umdeler”de aynı zemini paylaşıyor olmalarıdır. Mesela onların tamamı (“Selef”i referans olarak alma tavrının temeli olarak) Sahabe’yi tebcil eder, kabir azabı, şefaat, sırat, mizan… vb. hususlara inanır, Sünnet ve Hadis’i Din’de delil/kaynak olarak kabul eder. (İtikadî ve Fıkhî sahada –detayları ilgili kaynaklarda zikredilmiş olan– metot dahilinde hadisleri bilgi kaynağı ve bağlayıcı deliller olarak görür.) Bu ve benzeri hususlarda ortak inancı paylaşan Ehl-i Sünnet’in, –mesela– “Allah Teâlâ’nın “tekvin” sıfatı ile “halk” sıfatı arasındaki fark konusunda ihtilaf etmiş olması ve hatta birbirlerini bid’ata düşmüş olmakla itham etmesi onların hiçbirisini Ehl-i Sünnet olmaktan çıkarmaz. Bu gibi ihtilaları ileri sürerek, “Ehl-i Sünnet Ehl-i Sünnet diyorsunuz; aslında ortada Ehl-i Sünnet diye birşey yoktur” demeye getirenler ya meseleyi hiç bilmiyor, ya da bile bile demagoji yapıp kafa bulandırmaya çalışıyor… Günümüzde “Hangi Ehl-i Sünnet?” sorusu daha ziyade şu bağlamlarda gündeme geliyor: Kendisini “Selefî” olarak niteleyen kardeşlerimizin bir kısmının, münhasıran “haberî sıfatlar” konusundaki kabulün belirlenmesinde öne çıkardığı tutum Yine aynı çevrelerle Ehl-i Tasavvuf arasında rabıta, tevessül gibi konularda yaşanan ayrışma. Tarihte yaşananları tarihe bırakarak konuşursak, ağırlıklı olarak bu iki başlık altına giren meselelerde yaşanan ihtilaf, günümüzde “gerçek Ehl-i Sünnet”in kim olduğu sorusunun cevabını da şekillendiriyor. Herkes/ im bu soruya, bu ihtilalarda yer aldığı cepheye göre cevap veriyor. Oysa meseleye şöyle bakmak, bu ihtilafın ortadan kaldırılmasında ya da en azından asgariye indirilmesinde sonuç getirici olabilir: Madem ki Kur’an ve Sünnet’i dinin iki temel kaynağı olarak kabul ediyoruz; madem ki Kur’an ve Sünnet nasslarının anlaşılmasında aynı Usul-i Fıkıh sistemini benimsiyoruz; madem ki Mu’tezile, Şia, Modernistler gibi ehl-i bid’at karşısında aynı mevkide konumlanıyoruz; madem ki temel itikadî umdeler üzerinde ittifak halindeyiz; madem ki aramızdaki ittifak konuları ihtilaf konularından daha fazla, öyleyse bir araya gelip konuşmamız için hayli önemli sebep ve hayli elverişli bir zemin var.

Sayfa VIII | [Tahlil] Sayı: XIV, Hafta: XVI | sahniseman.org | [email protected]

[TAHLİL]

Hâsılı Bir araya geldiğimizde ne yapacağız, nereden başlayacağız? İttifaklarımızı, mesela üzerinde ittifak ettiğimiz âlimleri, eserleri, olayları konuşarak başlayabiliriz. Bunların konuşulduğu, müzakere edildiği etkinlikler düzenleyip birbirimizi davet edebiliriz. Hatta birbirimize sadece selam verip çay içmek üzere gidip gelebiliriz. En az bunun kadar önemlisi, hediyeleşebiliriz… Samimi olarak hayata geçirildiğinde bütün bunların aramızdaki buzların erimesine vesile olduğunu, kalplerimizde birbirimize karşı sıcak bir muhabbetin oluşmasına katkı sağladığını rahatlıkla görebiliriz. Yeter ki kendimize ve “karşıdakine” bu imkânı tanıyalım. Aramızdaki ihtilalar ne olacak? diye sorulacak olursa şöyle derim: Birbirine düşman olanların konuşarak problem çözmesi imkânsızdır; ama birbiriyle mü’minane ilişki içinde bulunanların konuşarak pek çok problemi çözmesi mümkündür. Yeter ki birbirimizden emin olalım ve aramızda bir “kardeşlik hukuku” tesis edebilelim. Belki bu, aramızdaki ihtilaf konularının tamamının çözülmesi sonuncu doğurmayacak. Ama önemli olan bizim kardeş olduğumuzu yeniden hatırlamamız, hissetmemiz ve yaşamamız değil mi? Varsın bazı meseleler muhtelefun ih kalsın!…

Vesselamu alâ men ittebea’l-hüdâ....


Similar Free PDFs